29 Eylül 1911 Trablusgarp Savaşı

29 mins read
Kurmay Binbaşı[1] Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, Derne'deki Kızılay çadırı önünde (1912)

29 Eylül 1911 Trablusgarp Savaşı

28 Eylül 1911 yılında İtalya, Osmanlı Devleti’ne nota vermesinin ardından asıl amaç işgalin başlamasıydı. Osmanlı İmparatorluğu verilen bu notaya cevap vermekte gecikmedi.  Ancak İtalya işgal hazırlıklarını başlatmıştı. Böylece İtalya 29 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.

29 Eylül 1911 Trablusgarp Savaşı 1
Kurmay Binbaşı[1] Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, Derne’deki Kızılay çadırı önünde (1912)

Savaş öncesi genel durum

Fransa’nın Afrika’daki genişlemesini Fas’a da teşmil etmesi, Trablusgarp ve Bingazi’nin zaptı istikametindeki “millî dava”ya daha da haklılık kazandırmaktaydı. Türk idaresi altında gelişmediğini iddia ettiği bu topraklara medeniyet götürme söylemi sömürge edinme politikasının gerekçesi olarak ileri sürülmekte ve böyle kazanımlar büyük devlet olmanın göstergesi sayılmaktaydı.

İtalya’nın Kuzey Afrika’daki son Osmanlı topraklarını işgali, küçük Balkan devletlerini de harekete geçirebileceği ve bunları, aralarındaki anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki hâkimiyetine son vermeye yönelteceği gibi endişeler, böyle bir gelişmeye müdahale etmesi kaçınılmaz olan Avusturya-Macaristan’ı Roma karşısında engelleyici bir politika izlemeye itmekteydi. İtalya’nın üçlü ittifak içinde kalmaya devam edeceği ve Balkanlar’daki durumun değişmesini arzu etmediği gibi Başbakan Giovanni Giolitti’nin verdiği teminatlar Avusturya’nın itirazlarını yumuşatmaktaydı. Fransa’nın Fas krizi yüzünden Almanya ile uzlaşmaya yakın olması, İtalya’nın saldırı planlarını vakit geçirmeden uygulamaya sokması gerektiğine işaret etmekteydi. 1911 sonbaharında dış siyasetteki genel dengeler büyük devletlerin işgal esnasında sessiz kalacakları güvencesini vermekteydi.

Osmanlı Devleti’ne gelince, II. Meşrutiyet’in ilânından beri içinde bulunduğu kargaşadan ötürü gelişmelerin sistemli bir tarzda gözlendiğini ve gerekli önlemlerle düşmanın niyetlerine engel olmaya çalışıldığını söylemek mümkün değildir ve özellikle iç siyasette İttihat ve Terakkî Fırkası’nın ordu ve hükümet politikalarında büyük bir zafiyetin oluşmasına yol açtığı bilinmektedir. İtalya’nın askerî açıdan harekete geçmesi bu şartlarda başladı.

Trablusgarp Savaşı

Savaşın Başlaması

İtalya, 23 Eylül 1911’de Osmanlı hükûmetine bir nota vermiş, 26 Eylül’de, silah ve cephane taşıyan bir Osmanlı gemisi Trablusgarp’a ulaştı. 28 Eylül günü ise İtalya, Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom vererek, 48 saat içinde Bingazi ve Trablusgarp’ın İtalyan yönetimine bırakılmasını ve İtalya’ya yıllık vergi verilmesini talep etti. 29 Eylül’de İngiliz ve Fransız hükûmetlerinin desteğini de arkasına alan İtalya, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. Aynı gün İtalya’nın Adriyatik Denizi’ndeki bazı Osmanlı gemilerini batırması üzerine, Adriyatik’te çıkarları bulunan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, bu bölgede savaşılmasını yasakladı.

  • 17 Haziran 1972 Watergate Skandalı
  • Abdülhak Hamit Tarhan
  • Bu esnada 23 Eylül 1911’de tüm İtalyan donanması Amiral Augusta Aubry komutasında Augusta limanında toplandı. 26 Eylül’de Varese, Roma ve Napoli gemileri Trablusgarp kıyılarında devriyedeydi. 27 Eylül’de bu gemilere Guiseppe Garibaldi kruvazörü ile Euro, Astro, Freccia ve Strale muhripleri de katıldı. Amiral Paolo Thaon di Revel komutasındaki bu kuvvet Trablusgarp limanını yakın ablukaya aldı. 27-28 Eylül’de limana iki mile kadar yaklaşan gemiler ışıldaklarla kıyıyı taradılar, ertesi gün şehrin açıklarında seyrettiler. 28 Eylül’de İtalya, 24 saatlik bir ültimatom verdi, 29 Eylül 1911’de savaş ilan etti. Savaş ilanının ardından İtalyan gemileri Trablusgarp ve çevresini bombaladı.

Savaş başladıktan sonra, Bâb-ı Âli’de Trablusgarp’ta mukavemet edip etmeme konusunda genelde iki görüş mevcuttu. Mehmed Said Paşa’nın ilk toplantısında eldeki mevcut imkânlarla mukavemet lüzumu kararlaştırıldı. Ahmed Muhtar Paşa’ya göre Trablusgarp’ta mukavemet cinayet demekti. Kâmil Paşa da aynı görüşte idi. Şeyhülislam Cemaleddin Efendi de harbin uzamasının can ve mal kaybından başka bir işe yaramayacağını söylüyordu. Bütün olumsuz şartlara rağmen, Osmanlı Devleti Trablusgarp’ı göz göre göre düşmana savaşmadan teslim edemezdi. Bu hem kamuoyunda hoş görülmez hem de Osmanlı Devleti’nden pay almak için pusuda bekleyen devletlere kötü örnek olurdu. Bu savaş çok ümitsiz şartlar içinde olacaktı. Oradaki kuvvetlere silah ve cephane yollamak imkânsız gibiydi. Ancak Birleşik Krallık ile Fransa, Mısır ve Tunus’un tarafsızlığını ilan ederek kendi sömürgelerindeki Müslümanları gücendirmeyecek ve onların şikayetlerine yol açmayacak ve bu üç tarafı bu şekilde idare yoluna gideceklerdi.

Savaşın Yayılması.

Adriyatik’teki Tokat ve Alpagu adlı iki torpido daha savaş ilânından bir gün önce saldırıya uğradı, Tokat saf dışı edildi, Preveze Limanı’na kaçan diğer gemi ise burada bulunan Hamidiye torpidosuyla birlikte batırıldı. İtalya’nın bu sulardaki etkinliği Yunanistan ile Avusturya-Macaristan’ı rahatsız etti ve savaşın başta varılan anlaşmaya aykırı olarak küçük hükümdarlarının Osmanlılar’ın elinde kalan son toprakları da paylaşmak üzere çeşitli askerî ve siyasî hazırlıklar içinde olduğu Balkanlar’a yayılması ihtimali tedirginlik yarattı. Bu arada Beyrut önlerinde bulunan Osmanlı gemileri savaş ilânı sebebiyle âcilen Çanakkale Boğazı’na girmek üzere yola çıktı. İki eski zırhlı, iki yaşlı kruvazör ve birkaç torpidodan oluşan donanma Boğaz’dan içeri girmeyi başardı ve İtalyanlar’ın buraya yapabilecekleri bir saldırı için konumlandı. Bu durumda Trablusgarp ile deniz bağlantısı da kesilmiş oluyordu.

Trablusgarp’ı ilhak ettiğine dair İtalyanlar’ın yayımladığı beyannâme pratikte pek anlam ifade etmiyordu, zira bölgenin kıyı şeridindeki belirli yerler dışında denetimi gerçekleşmiş değildi ve yerel direniş sebebiyle de bunun kısa zamanda olabileceğinden şüphe duyuluyordu. Bu durumda savaş alanının Anadolu kıyılarına kaydırılması, İzmir Limanı, çevresindeki adalarla Rodos ve Beyrut gibi hedeflerin zorlanması gündeme geldi, bunun için devletlerin muhtemel itiraz ve kaygıları diplomatik yollardan teskin edildi. Bu ihtimallere Bâbıâli tarafından Çanakkale Boğazı’nın kapatılması ve İtalyan vatandaşlarının sınır dışı edilmesi gibi önlemlerle karşılık verilmek istenmesi büyük devletlerin itirazına yol açtı. Osmanlı hükümeti büyük bir çaresizlik içinde kaldı, Hariciye Nâzırı Âsım Bey’in Fransız elçisiyle yaptığı görüşme neticesinde İtalyan saldırılarının genişleyeceği ve büyük devletlerin hareketsiz kalacağı anlaşıldı (Kurtcephe, s. 106).

İtalya’nın ilk hedefi Beyrut oldu. Başta Fransa olmak üzere diğer büyük devletlerin özellikle ticarî çıkarlar açısından ilgi duyduğu bu şehrin bombalanması, Trablusgarp’ın İtalya’ya terki hususunda Osmanlı Devleti üzerinde bir baskı kurulmasına yol açabilirdi. İtalyan savaş gemileri limandaki deniz vasıtalarını batırdı, şehre atılan toplar tahribata ve ölümlere yol açtı (24 Şubat 1912). Yalnızca o bölgede (Halep, Suriye, Beyrut vilâyetleri ve Kudüs sancağı) yaşayan İtalyanlar’ın sınır dışı edilmesi kararı bu saldırı sonunda verildi. Boğaz’ın kapatılmasıyla ilgili girişimler neticede büyük devletleri harekete geçirdiyse de bu esasen Trablusgarp’ta saplandığı bataktan bunların yardımlarıyla çıkmayı bekleyen İtalya’nın arzu ettiği bir gelişmeydi. İtalya 9 Mart’ta Beyrut saldırısına son verdiğini ilân ederken büyük güçlerin Osmanlı Devleti’ni barışa, daha doğrusu Trabslusgarp’ı terketmeye yanaştırma baskıları daha bir ağırlık kazandı. İtalyan gemilerinin Adalar denizindeki faaliyetleri ve Çanakkale’ye saldırı söylentileri savaşa yeni bir boyut kazandırdı. Nitekim düşman filosu 18 Nisan’da Boğaz girişine geldi ve girişteki tabyaları topa tuttu. Bu gelişme üzerine sayıları 50.000’i bulduğu tahmin edilen İtalyan vatandaşlarının tamamının sınır dışı edilmesine karar verildi, ancak bu 2000 kişiye isabet eden göstermelik bir uygulama olarak kaldı. Boğazlar’ın ticaret gemileri dahil tamamen kapatılması ayrı bir problem yarattı ve pek uzun süreli olmadı, 2 Mayıs 1912’de tekrar ticarî trafik serbest bırakıldı. İtalya 17-18 Temmuz’da Boğaz’a ikinci bir saldırı teşebbüsünde bulundu ve Boğaz girişindeki tabyalar topa tutuldu. Bu son saldırı, büyük devletlerin itirazları sebebiyle Osmanlı Devleti’nin Boğazlar’ı kapatma iradesi olmadığını tekrar ortaya koydu.

İzmir yakınlarındaki Alaçatı ve Ilıca telsiz-telgraf hatlarının ve Rodos-Sakız-Limni-Bozcaada-Selânik gibi diğer hatların tahribi, Sisam gibi bazı adaların topa tutulması ve daha sonraki Boğaz saldırılarının ardından yeni hedefler belirlenmesi aşamasına geçildiğinde Rodos ve çevresindeki adaların (Oniki Ada) işgali İtalyan savaşının en önemli merhalesini teşkil etti. Rodos’un işgali 24 Nisan 1912 tarihinde başladı, adada karşı koyacak yeterli sayıda askerî güç yoktu, yerli Rum ahalinin de İtalyanlar’ın yanında ve Türkler’in karşısında yer alması şaşırtıcı değildi. Adanın askerî kumandanı Abdullah Bey sayıları ancak 920 kadar olan birlikleriyle sonunda teslim olmak zorunda kaldı (17 Mayıs). İtalyan donanması mayıs ayı içinde çevre adaların da işgalini tamamladı, böylece Rodos ve Oniki Ada ile yakınlardaki diğer adalar ele geçirilmiş oldu. Bütün bu gelişmeler esnasında Ege’de bayrak gösteren bir Türk gemisine rastlanmadı. İzmir’e saldırı veya Sakız adasının işgali ise İngiltere ve Avusturya-Macaristan’ın karşı çıkmasıyla önlendi. Harbiye Nâzırı Mahmud Şevket Paşa 19 Mayıs’ta çektiği bir telgrafla bu işgalleri Trablusgarp’taki kumandanlara tebliğ etti ve yine de Trablusgarp’ın İtalya’ya bırakılmasının söz konusu olmadığını bildirdi. Böylece İtalyan uçaklarının havadan attıkları ve verdikleri abartılı zafer ve hezimet havadisleriyle mâneviyat kıran broşürlerine karşılık veriliyordu. Ancak Osmanlı hükümetinin bu işgaller karşısında gelişmeleri büyük devletler nezdinde protesto etmekten başka yapacağı bir şeyi olmadığı da ortadaydı.

Savaşın bir diğer uzak cephesi Kızıldeniz’deki Eritre’den (Habeşistan kıyı bölgesi) açıldı. Burada bir sömürge sahibi olmak isteyen İtalya, Adova’da utanç verici bir hezimet yaşamış (1 Mart 1896), büyük maliyetlerle sürdürülen uzun uğraşlardan sonra nihayet Habeşistan’ın bağımsızlığını tanıma karşılığında Eritre’ye sahip olmayı başarabilmişti (Ekim 1896 barışı). Bölgedeki sahil şeridinin, karşısındaki Cidde ve Yemen ile birlikte vaktiyle Osmanlı Habeş eyaletini teşkil ettiği bilinmekteydi. İtalyan savaşı patladığında Osmanlı Devleti burada isyan halindeki İmam Yahyâ ile uzlaşma yoluna gitti, ancak Asîr bölgesinde devam eden Şeyh İdrîs’in isyanını bastıramadı. Şeyh İdrîs, İtalya tarafından para ve silâhla destekleniyordu. İtalyanlar karaya ayak basmamakla beraber denizlerde önlerine çıkan gemileri batırdı, sahiller ve adalardaki yerleşim bölgelerini, bu arada 21 Temmuz 1912’de açık liman ilân edilmiş olmasına rağmen Kızıldeniz’deki Hudeyde Limanı’nı topa tuttu. İtalyan ablukası ve saldırıları ekim ayına kadar devam etti ve ancak barışın ardından sona erdi. Savaşın bu taraflardaki evreleri, Osmanlı Devleti’ni Habeş hükümetiyle İtalyanlar’a karşı bir ittifak kurma düşüncesine sevketmiş olmakla birlikte bu hiçbir zaman gerçekleşmedi (a.g.e., s. 135-137).

Mart 1912 tarihinden itibaren barış girişimleri el altından yürütülmeye başlandı. Savaşın ümitsiz gidişi, Osmanlı Devleti’nin iki hususta olumlu cevap verilmesi halinde Trablusgarp’ın terkine rıza gösterebileceğine işaret etmekteydi: Padişahın hükümranlık haklarının -Berlin Antlaşması’ndan sonra Bosna-Hersek ve Bulgaristan emirliklerinde olduğu gibi- kâğıt üzerinde de olsa saklı tutulması ve taşıdığı halifelik sıfatından dolayı yerel halkın dinî bağlarının korunması. İslâm dünyasının tepkisi ve esasen tartışılmakta olan halifelik konumu sebebiyle bu hususlar dış görünüşü kurtarmaya yönelikti. İtalya’nın da dinî irtibatın korunmasına yönelik çözüm şekillerine açık ve hatta Trablusgarp’tan hissesine düşecek Düyûn-ı Umûmiyye borçlarının üstlenilmesine hazır olduğu anlaşılmaktaydı. Trablusgarp’taki Osmanlı askerlerinin tahliyesinden sonra Rodos’un ve işgal edilen diğer adaların iadesi öngörülmekteydi. Öte yandan Trablusgarp Savaşı’nın Osmanlı Devleti için büyük bir yenilgiyle sona erecek olması küçük Balkan devletlerinin bir araya gelmesinin yollarını açmış bulunuyordu. Bunların aralarındaki ihtilâfları bir yana bırakarak Türk topraklarını paylaşmak üzere nihaî bir hesaplaşmaya hazırlandıklarının gözlenmesi Osmanlı tarafı için daha hayatî bir tehlikenin ufukta belirmesi anlamına gelmekteydi. Bu şartlar altında İtalyan barışının tam bir teslimiyet içinde gerçekleşmesi kaçınılmazdı.

Nihayet İtalyanlar’la doğrudan görüşme aşamasına geçildi. İlk toplantı Şûrâ-yı Devlet reisi Said Halim Paşa riyâsetindeki Türk heyetiyle 11 Temmuz 1912’de Lozan’da yapıldı. 17 Temmuz’da Said Paşa kabinesinin istifası sebebiyle Said Halim Paşa 28 Temmuz’da dönmek zorunda kaldı. İki eski sadrazamı da içine alan yeni hükümet (büyük kabine), partiler üstü bir nitelikte olmak üzere Doksanüç Harbi Şark Cephesi Kumandanı Gazi Ahmed Muhtar Paşa tarafından kuruldu. Hariciye Nezâreti’ne Gabriel Noradunkyan Efendi getirildi. Yeni hükümet 5 Ağustos’ta barış şartlarını görüşmek üzere toplandı. Sofya sefiri Mehmed Nâbi ve Roma elçiliğinde memur olarak çalışan Rumbeyoğlu Fahreddin beylerden oluşan yeni delege heyetine gerekli tâlimatı vererek, Lozan’da barış görüşmelerinin ikinci safhasını başlattı (13 Ağustos). Trablusgarp ve Bingazi’nin terkinin İslâm dünyasında olumsuz etkiler bırakacağı endişesiyle Bâbıâli daha ziyade bunu örtecek formüller üzerinde durmaktaydı: Bu toprakların İtalyan hâkimiyetini tanımaksızın muhtariyet verilerek terki, padişahı temsilen bir şahsın vekâleti, bölge idaresinin bu aşamalardan sonra İtalyanlar’a bırakılması, Şeyh İdrîs’i de içine alacak bir genel af ilânı, İtalyan imtiyazlarında savaş öncesi duruma dönülmesi, bölgenin terki sebebiyle belirli bir tazminat ödenmesi.

Trablusgarp’ın ilhakının kayıtsız şartsız tanınması ve buralardaki Türk askerlerinin çekilmesinin ardından Rodos ve diğer adaların tahliyesi ana madde olarak kalmaya devam etti. Bu sırada Balkan devletlerinin aralarındaki ittifaklar açığa çıktı ve son paylaşım için bir savaşın çıkması aşamasına gelindi. Bu gelişme karşısında artık görünüşü değil İstanbul’un kurtarılması ön plana çıkmaktaydı. Böylece İtalyanlar’la 18 Ekim’de Lozan yakınlarındaki Uşi (Ouchy) kasabasında zikredilen hususlar dahilinde nihaî bir barış antlaşması imzalandı. Müslüman dünyasının gözünü boyamak amacıyla 15 Ekim tarihli olarak düzenlenen diğer bir belgeyle Trablusgarp vilâyeti ve Bingazi sancağına muhtariyet veren ve bir nâib-i saltanatla bir kadı tayin eden padişah emri yayımlandı. Saltanat nâibliğine kendisine vezirlik tevcih edilerek Şemseddin Bey memur edildi. Böylece kamuoyunda İtalya’nın bu muhtar eyalete el koymuş olarak gösterilmesi amaçlanıyordu (a.g.e., s. 221).

İtalyanlar’ın, Trablus ve askerî yönden daha iyi bir direniş gösteren Bingazi topraklarını Türk kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra tamamen denetim altına almaları uzun yıllar sürdü. 1915 yılına gelindiğinde İtalyanlar ancak Trablusgarp, Hums, Bingazi, Derne, Beyzâ gibi sahildeki bazı yerleri denetim altında tutabilmişlerdi. Arap halkı barışı ve topraklarının İtalyanlar’a terkini hayal kırıklığı içinde karşıladı. Balkan savaşlarındaki ağır hezimet ve son Osmanlı topraklarının paylaşımı İtalya’yı Rodos ve civarındaki adaları tahliye etme sözünden geri çevirdi. Trablusgarp ve Bingazi için öngörülen muhtariyet ve niyâbet kâğıt üzerinde kaldı. I. Dünya Savaşı’nın ardından İtalyan işgalleri bir zaman için Güney-Batı Anadolu topraklarına da sirayet etti. Osmanlı Devleti, Sevr Antlaşması’nın 121. maddesi uyarınca Trablusgarp ve Bingazi üzerindeki bütün haklarından feragat etti. Lozan Antlaşması’nda da bu husus ayrıca teyit edildi. Bu yerler 1942 yılına kadar İtalyan sömürgesi olarak kaldı ve ancak 1951’de uzun mücadeleler sonunda bağımsızlığına kavuştu. Lozan Antlaşması’nda tasdik edilen Rodos ve Oniki Ada’daki İtalyan hâkimiyeti ise II. Dünya Savaşı’nın bitimine kadar devam etti ve buraları sonunda Yunanistan’a devredildi. Trablusgarp Savaşı, Balkan devletlerini bir araya getirmesi ve Avrupa topraklarındaki kültürel, beşerî, dinî ve siyasal anlamda asırlardır devam eden Osmanlı varlığına son veren büyük bir felâket ve bozguna yol açmasından ötürü hayatî önem arzeder.

FİKRİKADİM

The ancient idea tries to provide the most accurate information to its readers in all the content it publishes.


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386