Toki, kentsel dönüşüm, hatta medeniyet -I-

9 mins read

Dışına Çıkılamayan Aynı Kent

Geleneksel köy, kasaba ve şehirlerden günümüzdeki yerleşme kompozisyonuna doğru, Türkiye’de yaşanan dönüşüm, uzun uzun araştırılmayı hak edecek kadar karmaşık ve halen yeni uğraklara doğru devam eden bir süreç. Genel olarak modernleşme istikametindeki dönüşümlerde, modernliğin meydan okumasında içkin olan evrenselciliğin pratik sonuçlarından biri, tektipleşmedir. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın en ücra köşesinde bile, yerleşme açısından bu tektipleşmenin gözle görülür sonucu, mekânın kimliksizleşmesi; nereye giderseniz gidin, aynı zevksiz beton yığınları arasında, benzer mekânların art arda sıralanışından doğan mekânsal monotonluktur.

Her ne kadar, günümüz dünyasında “artık modernliğin dışına düştüğümüz” yönündeki post-modern iddiaların belirli bir haklılık payı bulunsa da, özellikle geç modernleşen Batı dışındaki toplumlara ait yerleşmelerin bugünkü durumu, “modernleşmenin bir türü”nün eseridir. Geleneksel ruhun “sözde-muhafazakâr” kitleler arasından bile geri gelmemek üzere dünyamızı terk edişi, hayat pratiklerimizin “sınırsız kazanç tutkusuna” açılması ile sonuçlandı. Bu, aynı zamanda, yerleşmeler açısından tabiatın mekânlara yansımış nazlı kıvrımlarının, zahmetler ve sürprizlerle örülü benzersiz mekânların dümdüz edilerek “sınırsızca kimliksizleşme”ye açılması demekti.

Artık hangi egzotik arayışla, dünyanın neresine giderseniz gidin, karşınıza geleneksel çeşitliliğinden arındırılmış, birörnek hayat pratikleri; geleneksel “tabiatla sarmaşma”sından soyunmuş bir mekân yeknesaklığı çıkıyor. Sadece “dünyanın yeni şanslıları”na özgü, “aynı gezegenden ithal uzaylılar”ın çok yıldızlı tapınakları olarak tower’lar, rezidanslar, AVM’ler, havalimanları dünyası değil, sıradan insanların içinde debelenip durduğu iş ve konut alanları, sokaklar, caddeler, yeşertilmiş alanlar… hasılı bütün mekân örnekleri, dünya çapında aynı “kimliksiz çoklaşma”nın hizmetkarı bir takım yerel yöneticilerin, müteahhit ve kalfaların elinden çıkmış gibi.

Görünmez Yeni Tiranlık: İnşaat Dünyası

Söz müteahhit ve kalfalardan açılmışken inşaat sektörüne kısaca değinmekte fayda var. Türkiye’nin lokomotif sektörü olarak inşaat ve yapı sektörünün ekonomi açıdan son derece pozitif bir rol oynadığı, bu sektörün hem yurt içinde hem de yurtdışında, kendi sektörel büyümesine ilaveten yüzün üstünde irili ufaklı diğer sektörleri de beslediği, iktisatçıların harcıalem hale gelmiş açıklamaları arasında yer alıyor. Bu sektörün mesela denizcilik sektörü ile karşılaştırıldığında, sadece iktisadî sektörlerden biri olarak ele alınamayacağı; memleketin ve toplumun şekillendirilmesinde eğitim ya da siyaset kadar temel bir rol oynadığı ise genellikle dikkatlerden kaçıyor. İnşaat sektörü derken dar anlamda sadece girişim piyasasında inşaat işleriyle meşgul işadamlarını ve onların teknik işlerine bakan mimar ve mühendisleri değil, imar planları ile onların “önünü açan”, onlara “kolaylık” gösteren kamudaki bütün aktörleri, belediye yöneticilerini ve diğer yerel yetkilileri, belediye meclis üyelerini, kalkınma ve şehirleşme ile ilgili bakanlıklarda “inşaata bulaşmış” bütün teknik ve mâlî sorumluları, bu sektörün iç ve dış katılımcıları olarak aynı dünyaya ait sayıyorum.

Bazıları abartı olarak görebilir, ama yerleşme kompozisyonumuzun asıl aktörü olarak inşaat sektörü, teknokratik bir tiranlık; zira mekanları şekillendirirken verdiği kararlar, neredeyse “bilimin ve aklın gereği” imişcesine, yaşadıklarımızı ve yaşayamadıklarımızı da, bize hiç danışmadan ve hiç hesap vermeden belirliyor.

İktisadî açıdan bakıldığında, neredeyse medâr-ı iftiharımız olan inşaat sektörü, hayatımızı ve kimliğimizin mekânsal kayıtlarını adım adım dokuyan bir sektör olarak aynı ölçüde medâr-ı iftiharımız olamıyor maalesef. Ömrümüz, kocaman bir şantiyede, kazılan temeller, yükselen beton iskeletler, örülen duvarlar…arasında; dozerler, greyderler, ekskavatörler, betonyerlerin gürültüsü ve trafik blokajları arasında boğularak heder oluyor. Yükselen köprüler, siteler, gök delenler, rezidanslar, AVM’ler arasında şaşkına dönerek; yapılan, tekrar yapılan ve tekrar tekrar yapılan yolların, kaldırımların, refüjlerin, havuzların, fıskiyelerin ve yeşil alanların arasında içimiz çıkarak hayat sürüyoruz. Projeden ya da temelden satılan dairelerin, iş yerlerinin, stüdyoların çıldırtan şehveti, imar ilanlarının, ihale ilanlarının kusturan iştahı ile şapırdanarak yaşıyoruz. Bütün bunlar, inşaat sektörünün maliyetleri. Bir gün inşaatlar biterse bu maliyetler belki azalabilir; ama sektörün asıl maliyet ve eseri kalıcı: Yerleşme kompozisyonunun dönüşümü! Buralara hala köy, kasaba, şehir, metropol filan diyebilecek miyiz?

Bu soruya cevap verebilmek için önce Türkiye’de yerleşmelerin geleneksel çeşitliliğine daha yakından bakmakta fayda var.

GELECEK BÖLÜM : TÜRKİYE DERKEN

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.