Toki, kentsel dönüşüm, hatta medeniyet -II-

8 mins read

Türkiye Derken

Geleneksel Anadolu’da yerleşmeler geniş bir çeşitlilik göstermekteydi; bu geniş çeşitlilik çerçevesinde, bütün yerleşmeler oldukça karakteristik farklılıklardan kaynaklanan özgül mekânsal kimliklere sahipti. Yerleşmelerimize ait mekânların hala “kimlik ifade eden” görüntüleri, büyük ölçüde bu geleneksel mirastan ayakta kalabilen mekân unsurlarına aittir. Buna karşılık Modern Türkiye’de bu geniş çeşitlilik yelpazesi, büyük ölçüde yeknesak mekânların tanınmaz bir eklemlenişi halini almış bulunuyor. Geleneksel çeşitlilik, “mektepli cehalet”in “Hayat Bilgisi”nden kalma ezberine bakacak olursanız, coğrafî farklılıklar ve iklim gibi “doğal ve nesnel nedenler”den kaynaklanır. Oysa Türkiye’de, sadece “iklimsel ve coğrafî farklılıklar”dan kaynaklanan bölgesel farklılıklar söz konusu değildir.

Evvela, sadece yerleşmeler konusunda değil, herhangi bir konuda “Türkiye” diye söze başlamanın ne tür bir sınırlandırma ifade ettiği üzerinde durmakta fayda var. Türkiye –Osmanlı coğrafyasında, imparatorluk-sonrası dönemde kurulmuş siyasi bir yapı olarak– özerk ve kendi içinde bir bütün gibi görünse de, esasen, sınırları dahilinde bulunanların homojen bir biçimde bütünleştiği, hakiki bir coğrafî, kültürel zâtiyete işaret etmiyor. En batıdan başlarsak mesela Trakya, Türkiye’nin bir parçası olduğu kadar ve hatta daha fazla Balkanlar’ın bir parçası (idi). Türkiye’nin kalanına benzediğinden daha fazla, Balkanlarla benzerlik gösterir(di). Trakya ile Balkanlar arasındaki benzerlik sadece coğrafya benzerliği değil; daha da önemlisi, nüfus, kültür ve duyarlılıklar açısından da önemli benzerlikler söz konusu (en azından 50 yıl öncesine kadar daha fazla böyleydi). Karadeniz’e, özellikle Doğu Karadeniz’e baktığımızda, buna paralel bir benzerliğin Karadeniz-Kafkasya sürekliliği olarak karşımıza çıkar(dı). Son bir örnek de, Güneydoğu Anadolu olsun; burası Türkiye’nin kalanına benzediğinden çok daha fazla, Kuzey Irak’a ve Güneybatı İran’a benzer(di).

Bu söylediklerimizi “ulusal bütünleşme” açısından bir zaaf olarak okuyanlar bulunduğu gibi, Türkiye’nin çevresel bölgelere açılımı açısından bir fırsat olarak görmek gerektiğini düşünenler de vardır. Siyasî zaaf-fırsat tartışmasını bir yana bırakırsak bitmez tükenmez inşaat halinin toz dumanı arasında, tahribata uğrayarak tanınmaz hale gelmiş köy, kasaba ve şehirlerimizin, daha da önemlisi kültürel dokumuzun restorasyonunda, komşu bölgelerin öte yakasında hala el sürülmemiş haldeki dokudan yararlanma şansımız bulunup bulunmadığı, üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir. Bu söylediğimizi, “bütün bu inşaat işlerinden önceki yerleşme dokusuna geri dönelim” tarzında bir “gericilik” olarak anlamak isteyen çıkabilir. Bunların önyargıları ile cebelleşmektense, Allah’tan kendilerine iz’an niyaz edip geçelim.

Yerleşme meselesine odaklanmayı amaçlayan böyle bir yazı açısından “Türkiye” sınırlaması, “bölgesel sürekliliklerin kavşak noktasında bir ülke” olmayı sürdürdüğümüz anlamına gelir. Dolayısıyla, bugün Türkiye dediğimiz bu coğrafyada, “bütünsel ve homojen bir geleneksel yerleşme kimliği”nden değil, kavşağında yer aldığı bu bölgesel süreklilikler boyunca çeşitli lokal yerleşme kimliklerinin geçişken bir kompozisyonundan söz etmek daha doğru olur.

Türkiye’nin dışına çıkıp mesela Balkanlar, Kafkasya, Mezopotamya gibi bölgelere ve hatta Akdeniz’in Doğu ve Batı sahillerine doğru açıldığınızda, Türkiye’deki geleneksel yerleşmeler arasında yakalayabileceğiniz farklılıkların anlamını, daha fazla kavrama şansınız vardır.

Yerleşmelerin geleneksel karakteristiklerindeki baş döndürücü çeşitliliğin sadece bölgesel sürekliliklerle açıklanması elbette düşünülemez. Geleneksel bir yerleşmenin adeta iç içe doğal sit alanları gibi, çeşitli tarihsel dönemlere ait dokuları da bir arada barındırdığını görürsünüz. Bazı şehirlerin geleneksel komposizyonunda Roma-Bizans, Selçuklu, Beylikler Dönemi ve Osmanlı dokuları adeta birlikte korunmuştu. Daha ilginç olanı, benzer dönemlerin izlerini ortaklaşa taşıyan geleneksel şehirlerde, bu farklı dönemlere ait dokuların yerleşme karakteristiklerindeki benzerliğe rağmen, belirli bir yerleşmedeki farklı dokuların kendi aralarındaki lokal benzerliğine tanıklık etmektir. Farklı şehirlerde Roma-Bizans, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dokuları bir dönem ve ruhun mührünü taşır taşımasına; ama aynı yerleşmede, bu dönemlere ait dokular da, şaşırtıcı bir biçimde o yerleşmeye mahsus bir imtizaç göstermektedir.

Toparlayacak olursak, hareket noktası olarak alınabilecek “tek bir geleneksel Türkiye yerleşme karakteristikleri bütünü”ne değil; bölgesel süreklilikler ve tarihsel derinlikler boyunca farklılaşmış bir “geleneksel yerleşme karakteristikleri çeşitliliği”ne sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.