/

Siyaseti ve demokrasiyi Hegel’e rantı bilene devretmek

8 mins read
3
Hayati Esen
Hayati Esen

“Özel hakların ve özel mülküyetin alanlarının aksine devlet, bir bakış açısından harici zorunluluktur ve onların en yüksek otoritesidir. Doğası gereği yasaları ve çıkarları ona bağlı ve bağımlıdır.”

Hegel’in devleti kutsallaştırması; özdeşlik felsefesine dayalı totaliteryen devletin ortaya çıkmasını zorunlu kılan doktirine saygınlık kazandırmaktan başka bir şey değildir. Hegel’e göre toplum sözleşmesi kuramını kabul ettiğimizde; siyasi meşruiyet, devlet içinde yer alan bütün kurumlar ve düzenlemeler bireysel karara bağlı bir mesele haline gelecektir. O zaman bireyler devlete dahil olmayı veya olmamayı tercih edebilirler. Kimi kurumları devlet için uygun bulabilir ya da bulmaya da bilirler. Bireysel tercihlere dayalı bu durum, Hegel’e göre rasyonel bir devletin meşruiyeti için gelip geçici ve güvenilmez bir temeldir.

Hegel, bireyin yargısının, devletinkiyle karşılaştırdığında önemsiz bir kapris olarak görür. Devlet ahlaki ölçüleri belirleyen yegane güçtür ve onun yasaları zorunlu olarak adildir; çünkü hakların biricik ölçüsünü devlet sağlar ve bu nedenle devletler arasında ahlakilikten bahsedilemez. Hatta devletlerin neden olduğu savaşların, kendi sıhhatleri için gerekli olduğunu ileri sürer. Uzun süren bir barış, milletlerin çöküşüne neden olabilir. O nedenle başarılı savaşlar, içerideki çöküşü sona erdirir ve devletin ülke içindeki gücünü pekiştirir.

Hegel’in devleti yüceltmesinin yankıları İngiltere’de Bernard Bosanguet ve F.H. Bradley’de ortaya çıktı. İngiliz emperyalizminin şaşalı günlerinde  Bosanguet ve Bradley; bireyin, gerçek özgürlüğünün devlet hizmetinde içkin olduğu ve bunun bir yükümlülük olduğunu ileri süreceklerdir. Bradley, bireysel karara “sırf kendini beğenmişlik” olarak tanımlıyordu. Ancak Hegel’in ingiliz halefleri hiçbir zaman devletin kutsallaştırılması aşırılığına kaçmamışlardır. Herşeyden öte İngilizler, 17. yüzyılda mutlakiyetçiliğe karşı savaşmışlardır ve bundan sonra gelecek bütün devirlerde devleti, “lüzumlu bela” şeklinde tanımlamışlardır. Onların felsefi geleneği, Hegel metafiziğinin şişirdiği devlet balonuna uzun zaman katlanamayacak kadar oldukça dünyevi ve kaba çizgilerle çizilmişti.

Alman nazizmi ve siyasal meşruiyeti Hegel’e çok şey borçludur.

“Medenileşmiş uluslarda gerçek kahramanlık, kişinin kendini tamamen devlet hizmetine vakfetmeye hazır olmasında gömülüdür. Öyle ki, orada birey hesaba katılır; ancak kalabalığın arasındaki biri olarak. Hiçbir şahsi yiğitlik ön plana çıkarılamaz; önemli olan, evrensel olana kendini vakfetmektir.” 

NOT: Yazdıklarımın günümüz Türkiye siyasasıyla ilgisi yoktur. Öylesine, siyaset felsefesi olsun diye yazılmıştır. Türkiye, her geçen gün demokratik bir devlet olma yolunda hızla ilerlemektedir. Devleti dönüştüren, devletçilik karşısında muhalif bir duruşu olan, devlet denen mekanizmanın asla yanında olmayacağını bilen, bu bilgiyi üç büyük imparatorluk tecrübesiyle içselleştiren, dindar Anadolu halkı, muhafazakarlığın, devletçiliğin, mezhepçiliğin zehirleyen diline çok şükür mahkum edilmemiştir.

Adaletsiz, yandaş Kemalistler, sistemden kovulduğundan, halk için adalet gelmiş, asla devlet kurumlarında yandaşlık, adam kayırma, partizanlık yapılmamaktadır. Vatan din düşmanlarından kurtulmuş, dini bütün “adamlarla” buluşmuştur. Öyle namuslu, öyle dindar adamlar ki bunlar, ülke dindarlıkta zirve yapmış, dini bütün, örnek şahsiyetler, ülkenin çeşitli yerlerinde ortaya çıkmıştır. Din, mezhep ayrımı yaptıkları görülmemektedir, halk bunların tevazusu ve ihsanından şaşkınlıkla azmıştır. 

Her geçen gün ilerleyen bir kardeşlik diliyle, ülkenin refah seviyesi artmakta. Ülke üretime doymuş, mallarını nereye satacağını bilemeyen sanayicilerle kaynamaktadır. Paralar, ranta değil, üretime gittiğinden azgın halk, sigortalı, devlet güvenceli, taşeron işçiliğini dahi beğenmemektedir. Devleti, cemaatler, çeteler yönetmemektedir. Artık öyle ki, ülkenin siyaset, bürokrat, cemaat seçkinleri aç susuz kalıp, halk azmış, kendi arasında iktidar ve rant kavgasına tutuşmuştur. İhaleler halka kaldığından, paraları nereye harcayacağını şaşırmış bir durumda iktidar yandaşlarının, yalakalarının, aşağılık devlet kurumları ihalecilerinin, gazete ve medya patronlarının ortalıkta sersefil gezindiklerini izlemekte ve eğlenmektedir.

Böylece Kemalizmin başaramadığı, kutsal devletin ebediliği  için; bir millet icadı artık gerçekleşmemiş durumdadır.  90 yıldır dayağını yedikleri kutsal devletin yeni sahipleri, futursuzca devletin savunucusu olmamışlardır. “Ya bizdensin, ya onlardansın naralarını atarken, vatanperverlikten rantı götürürken, müslümanlığın en büyük savunucuları olma çapsızlığını ise asla göstermemektedirler.

Onların benzeri muhalifler; “Bize neden vermiyorsunuz, biz neden malı götüremiyoruz” ilkesizliği ve ucuzluğuyla kartel medyada dolaşmamaktadırlar.

FİKRİKADİM

The ancient idea tries to provide the most accurate information to its readers in all the content it publishes.

3 Comments

  1. “Artık öyle ki, ülkenin siyaset, bürokrat, cemaat seçkinleri aç susuz kalıp, halk azmış, kendi arasında iktidar ve rant kavgasına tutuşmuştur.” Olay budur.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.