Rüştünü kazanamamış öykü yazarı gibiyim. İsimler, mekanlar olaylar farklı olsa da anlam dünyasında vardığım sonuçlar hep aynı. Ustalıkla kurgulanmış pek çok hikayenin de öyle olduğunu biliyorum. Kent hikayesi, aşk ya da kır hikayeleri; metnin mazmununda bulunan anlam dünyası ya da buna “ontolojik tutum” diyelim hep aynı. Nesnelerin, olayların gelişim ve sonuçları anlam derinliğiyle aynı.
Muhafazakar bir yazarın, yazdığı bütün hikayelerinde; metro, pazar, cadde, gökyüzü, bulut, kadın, cinsellik, bar, pavyon. cami, ağaç, çiçek vs vs.. nesnelerle kurduğu ontolojik ilişkinin; hep aynı olduğunu görürsünüz. Zaten sizi hikayeye bağlayan; yazarın sizin gözünüzde bir yer edinmesini sağlayan da bu ontolojik ilişkidir. Sizin ontolojik duruşunuzu ne kadar beslediği ve güçlendirdiği… Buna anlam dünyasının zenginleşmesi (anlam dünyam zenginleşti deriz) diyoruz.
Oysa iyi bir okur, tam tersi bir tutum içinde olmalıdır. Ve bu sayı oldukça azdır.
Kentli bir yazarın yazdığı kır hikayelerindeki şehirli dil, yazarın nesneleri kendi hayatında nasıl kullanıyorsa öyle kullanılmasıyla ortaya çıkar. Yoksa yazar, anlattığı öyküyü köyün yerel şivesiyle hikayelendirse, yemeğini, mahallesini, imamını, muhtarını yazsa da bir kentlinin günlük hayatında nesneleri nasıl kullanıyorsa öyle anlattığını görürüz. Köylü ile kentlinin çay bardağını, yemek tabağını, kasesini, oturduğu sandalyeyi kullanışı hep farklıdır. İşte rüştünü kazanmış bir yazar kendini buruda belli etmelidir. Ama kaç yazar bunu yapabilir.
Bütün bu yazdıklarımı, usta yazarların yıllarca çalışarak kazandıkları üslupla -bir illüzyon- saklayabildiklerini söylemem gerekir. Tekrar en başa yani ontoloji meselesine dönersek; bir yazarın ontolojik olarak rüştünü kazanması yani kendi anlam dünyasıyla yazdıkları arasında bağımsızlığını elde etmesi çok başka bir süreci gerekli kılar. Bu sürecin başlangıcı; kendisini ontolojik olarak asla güvende hissetmemesidir. Eğer bir yazar olarak güven sorunu yaşamaya başlamışsa işte o gün yazar olmaya başlamıştır.
Bu anlattıklarımın postmodern öykücülükte postyapısalcı bir yöntemle denendiğini ya da yapıldığını görebilirsiniz.Belki bu meseleyi başka zaman yazarım.
Bütün bunları ne için yazdım. Bilmiyorum… Sabah uyandığımda hayatımın öyküsünün, olaylar, insanlar, mekanlar değiştiği halde hep aynı sonuca ulaştığını gördüm. Belkide ontolojimi değiştirmeliyim. Öyle bişeler işte…