Mahmut Karaman: Bilginin gerçekliğine, inandırıcılığına güvenim kalmadı

29 mins read

Mahmut Karaman Hoca, kişisel sayfasında bilme/bilgi sorunuyla  ilgili olarak; “bilginin gerçekliğine, inandırıcılığına güvenim kalmadı” diyerek bu bağlamda “akademik metinler okuyorum ama bu metinlere de bir güvenim ya da inancım yok.” cümlesiyle devam etmişti.  Felsefenin, bilimin, insanın serüvenin merkezinde bulunan bilgi, “bilginin ne olduğu, bilginin imkanı, nasıl ortaya çıktığı, insanın bilgiye ihtiyacı var mı yok mu?” gibi sorular bizim bu serüveni anlamamız için önemli tartışmalardır. Tabi bunun haricinde Müslüman dünyada; Klasik felsefe, Modern felsefe  ile “bilgi, ilim” kavramlarında yaşanan bir çatış alanı da var. Ve bu çatışmadır ki aslında bizi batıdan, ürettiği düşünceden ayıran en önemli başlık. O tartışma; “Tanrısal bilgi var mı yok mu?” sorununun/sorusunun cevabadır? İşte Hocanın modern bilme yönelik sorgulamaları, bana bu hep yarım kalmış tartışmayı tekrardan gündeme getirmek gibi fırsat sunmuş oldu. Zira en önemli sorunumuzun bu olduğunu düşünüyorum. Ben de Hocaya sorular sordum o cevapladı. Söyleşi uzun.İki bölüme ayırdım.  Belki imkan bulursak bu sohbetin devamını getiririz. Belki başka Hocalarımızı da bu sohbete davet ederiz. Belki karşılıklı bir tartışma dahi yaparız. Şimdilik bu kadar. Hadi okumaya!  ( Birinci Bölüm. Söyleşi:  Hayati Esen )


“Bilginin kaynağı ile sorunum var” diyorsunuz.  Bunu derken din ve felsefe arasında var olan tartışmaya mı giriş yapıyorsunuz. Yoksa başlı başına modern bilginin yöntemleri ile ilgili sorununuz mu var.  Bilgi nedir Hocam. Bilginin kaynağı ve imkânlarının biz insanlar için önemi ne?  Bilginin sınırı ile olan probleminiz sizi nereye ulaştırdığını düşünüyorsunuz.

Giriş olarak bir iki şey söyleyeyim; birincide bu konular ile ilgili röportaj yapacak düzeyde/ciddiyette gerçek bir yetkinliğim olduğunu düşünmüyorum, ama siz istediğiniz için düşüncelerimi yazmaya  çalışacağım sadece…

İkinci olarak bu soruların bende çok kısa ve kesin cevapları yok, yani biraz uzun cevaplıyacağım, bu benim için biraz zor olacak, ama bu sorun değil, ancak umarım sizin için olmaz.

Sorunuza girmeden önce arka plan bilgisi olarak bir iki şey söylemeye çalışayım; öncelikle “bilgi” sorunu canlı varlıklar içinde insanın sorunu, insanın bilme, anlama, açıklama sorunu var, bu sorun diğer canlı varlıklarda yok. Bunun nedenleri ile ilgili fazla araştırma yapmadım, bu insanın temel özelliği olarak zikredilir genel olarak, evet, insanın temel özelliği, hatta diğer canlı varlıklardan ayıran temel özelliği ama bunun bir nedeni ve kaynağı olmalı. Burası bana göre biraz önemli.

Bir Müslüman olarak şunu söyleyebilirim kısaca; Allah kendi ruhundan üfleyerek yarattığı insana kendi özelliklerini de dercetti. Ezeli ve ebedi bilen Allah’ın “ilim’ sıfatının bir yansıması olarak, diğer bir çok sıfat ile birlikte  insanın özünde de bilme arzusu, isteği, daha doğrusu sorunu var. bilme, anlama, açıklama sorunu diyebiliriz buna kısaca. bu sorun diğer bir çok özellikleri ile birlikte onun “Halife” olması ile ilgili bir özelliği. bu özellik sadece insanda var, ya da insana verilmiş. Şimdi, felsefe tarihinde “bilginin imkanı” sorunu diye bahsedilen bir konu…

Bu soru temelde  “varlık var mıdır” sorusunu beraberinde getiriyor. Yani temelde varlığı bilme sorunu bu. O zaman öncelikle varlık var mıdır ve varlık var ise özü nedir soruları geliyor. Buraya belki ileride tekrar döneriz ama kısaca varlığı kabul edenler aynı zamanda bilginin mümkün olduğunu da kabul ediyorlar. Hatırladığım kadarıyla septikler/kuşkucular denilen filozoflar bilginin imkanına inanmazken bilginin mümkün olduğunu söyleyen filozoflara dogmatikler deniyor. Yani biz de bu tarikattan oluyoruz biraz. Yani bizlerde bilginin mümkün olduğuna inanıyoruz.

O zaman bilgi nedir sorusu gündeme geliyor. yine hatırladığım en yaygın genel tanım; “gerekçelendirilmiş doğru açıklamaya bilgi denir.”  burada anahtar iki kavram var, “gerekçelendirme”, temellendirme ve “doğruluk ” ifadeleri. Aslında bu iki ifade “bilgi” kelimesinin ruhunda mündemiçtir. yani biz bilgi dediğimiz zaman temellendirilmiş, ve doğru olan bir açıklama cümlesini anlarız. Yine özellikle zikretmem gerekir ki bu iki kavram bilgi için söz konusudur. Ama biz bilgi dediğimiz şeyin varlık ile, olgu, obje, nesne ile ilgili olduğunu biliyoruz. O zaman bilgi suje’nin varlık/olgu/obje/nesne ile ilgili yaptığı açıklama cümlesidir.

Gerekçelendirilmemiş olan” mitos mu oluyor öyleyse. Eğer öyleyse referans verdiğiniz dini bilgiyi nasıl gerekçelendireceğiz?

Oraya geleceğiz. Gerekçelendirilmemiş hiç bir bilgi yok, ya da doğru olmayan hiç bir bilgi yok. Bütün bilgiler “doğru”dur, bir başka ifade ile kimse salak değildir. Burada dikkat etmemiz gereken şey, suje varlığa bakarak (olay, olgu, obje, nesne vs., genel olarak varlık, özel olarak olay, olgu, obje, nesne …) açıklama cümlesini nasıl kuruyor. Bir başka ifade ile nereden yola çıkıyor, varlıktan mı, varlığın özünden mi yoksa kendisinden mi(?).

Ne yazık ki varlıktan, varlığın özünden yola çıkma imkanı yok, kendi özünden yola çıkıyor, yani kendisinin bir şekilde varlıkla kurduğu bağ sayesinde  varlık ile ilgili bir açıklama yapıyor. Burada erken bir cümle olarak, biraz rahatsız edici bir cümle kuracağım: insanın üreteceği bütün bilgiler doğası gereği yanlıştır, yanlış olmak zorundadır. Çünkü tekrar edeyim, açıklama zorunda kaldığı varlıktan, varlığın özünden yola çıkma imkanı yok, varlık ile kurduğu bağ sayesinde varlık ile ilgili, genelde de varlığın bir yönü, bir özelliği, daha ziyade görünen, açık net olan bir özelliği ile ilgili bir şey söylüyor. Ve genelde de bu cümleyi varlığın bütününe genelliyor, ya da genelleme zorunda…

Kendinden hareketle bir anlam yüklüyorsa bu bir şizofreni olarak tanımlanamaz mı?

Biraz öyle de denilebilir

Şimdi karşımıza çıkan bir başka konu ise suje varlık ile nasıl bağ kuruyor. Yine hatırladığım kadarıyla Takiyettin Mengüşoğlu bir kitabında, (galiba felsefeye giriş veya İnsan felsefesi isimli kitaplarında) “bilme akt‘ları” başlığı altında algı aktı, anlama aktı, sezgi aktı, ve düşünme aktı şeklinde, varlık ile dört bağ kurma biçiminden bahsediyor. Şimdi algı aktı dediğimiz şey beş duyu ile beyne iletilen verilerin “algılanması” yani bilgiye dönüşmesini anlıyoruz. Bu ilişki biçiminin ancak görünen/maddi dünya ilgili olduğunu biliyoruz. Yani  beş duyu ancak görünen maddi dünya ile bir ilişki kurabiliyor. Söylememiz gereken bir başka şey ise bu ilişki biçiminin ilk insandan beri herkes için geçerli olduğudur. Ve yine ikinci bir şey ise bu ilişki biçimi ile oluşan bilgiye deneyim ve tecrübe bilgisi diyebiliriz. Eski Yunanda bu bilgi duyumculuk olarak orta çağa kadar gelmiştir. Anlama ise beynin bir bağ kurma içimi olup maddi dünya ile ilgili olduğu kadar, maddi olmayan alanda da işlev görür. yani soyut bir şeyi de anlayabiliriz. Hemen şunu söyleyeyim, ben bu akt’ları, yani varlık ile bağ kurma biçimini birbirinden bağımsız akt’lar olarak almıyorum, bunlar iç içe geçmiş birbirini tamamlayan melekelerdir. Ve üçüncü akt ise sezgi, daha ziyade derin empatinin gerektirdiği madde dışı alanda geçerli olan bir akt… insani ve belki hayvanlarla olan ilişkide bile geçerli olan bir akt…

Genelde yakın sevgi  ilişkileri içinde olduğumuz insanlar ile özellikle anlama ve sezgi aktı ile ilişkiye girer ve onları anlarız

Yani insan bilgiyi  objeyle kurduğu ilişki neticesinde geliştirdiği tecrübe ile oluşturuyor?

Evet, tamamen öyle ama bu ilişki biçimi sorunlu ya da eksik olduğu için bilgi doğası gereği biraz yanlış ve eksik ve zorunlu olarak devamlı değişmek zorunda. Ve düşünme aktı ise genel olarak akıl ve mantık ilkeleri dediğimiz bir takım ilkeler ile çalışan bir akt. Akıl ilkeleri aklımda kaldığı kadarıyla özdeşlik ilkesi, çelişmezlik ilkesi ve nedensellik ilkesi iken mantık ilkeleri tümdengelim, tümevarım ve analoji/kıyas ilkeleri…  Lütfen dikkatinizi tekrar çekmek istiyorum, bütün bu aktlar sujenin varlık ile ilişki kurma biçimleri, bir başka ifade ile sujenin özü ile ilgili özellikler, objenin değil, obje ile ilgili hiç bir şey söylemedim henüz.

Evet ben de onun için sordum. Peki insan bu ilişkiyi nasıl sağlıklı hale getirebilir. Bunu sadece mantık la mı yapılabilir?

Özellikle mantık ile ilgili ciddi sorunlarımız daha doğrusu cehaletimiz var. Bizim kullandığımız mantık, klasik mantık olarak bilinen mantık tek değerli bir mantık. Bugün felsefeciler hariç bilim adamları içinde mantık bilen insan ben bilmiyorum ne yazık ki… Belki klasik mantığa göre herkes düşünüyor, ya da belki de temel sorun herkesin klasik mantığa göre düşünmesi, ama bugün çok değerli mantıklardan bahsediliyor İki değerli mantık, fuzzy mantığı, puslu mantık, bulanık mantık gibi değişik şekillelerde isimlendirilen çok değerli mantıklar var. Biz bunları bilmiyoruz. Örneğin; Quantum fiziği denilen fizik puslu mantık ile ortaya çıkan bir fizik felsefesi.

Düz mantığı tanımlayamasalar da aldıkları eğitimin uygulamaları ile  içselleştirmiş olarak öğreniyorlar, mezun oluyor.   

Evet, onu herkes öğreniyor, ya da bu mantık biçimi herkesi biraz geri zekalılaştırıyor diyelim isterseniz… buraya kadar söylediklerimiz ile ilgili kısa bir değerlendirme yapalım. Burada şu ana kadar söylediklerimde insanın ürettiği bilgileri kast ettiğimi özellikle belirtmeliyim. Dini bilgi şimdilik kenarda duruyor.

Evet… Belli ya da sınırlı bağlar ile varlık ile ilişki kurma ve kendi özelliklerinden yola çıkarak varlığı açıklamaya çalışan insanın ortaya koyduğu her tür bilginin doğası gereği biraz yanlış olma zorunluluğu ya da en hafifinden sınırlı bir bilgidir.

-Biyolojik ve özellikle fizyolojik özelliği itibariyle sınırlı bir bilgidir

-Psikolojik (his ve duygu gibi yanılgı riskleri) bir varlık olması itibariyle sınırlı bir bilgidir

-İdeolojik bir (önyargılar, çarpık temel kabuller) varlık olması itibariyle sınırlı bir bilgidir. Dini/inanan bir varlık olması itibariyle sınırlı bir bilgidir.

Toplumsal ve kültürel bir varlık olması itibariyle sınırlı bir bilgidir. Hatta tarih ve zaman ile sınırlandırılmış bir varlık olması itibariyle sınırlı bir bilgidir.

Şunları da ilave etmeliyiz

-Zihin gerçeklik ilişkisi itibariyle belli oranda kurgu bir bilgidir

-Tekil tümel ilişkisi itibariyle yüzeysel bir bilgidir.

Tümevarımsal özelliği itibariyle mantıksal bir bilgidir.

Hocam, peki insanın bu eksek ilişkisi yerine neyi koyacağız. İnsan dediğimiz varlığın “kapasitesi bu” demek değil mi vardığımız sonuç. Yani kapasitesi bu ki ancak bu ortaya çıkıyor?

Evet, aynen öyle…

Peki bunu bir de tersten soralım. Ya kapasitesi bu değil ve biz bu kapasiteyi yanlış değerlendiriyorsak.

Bu soru beni fazlasıyla tahrik eder, ileride belki tekrar döneriz ama şimdilik kısaca…

Bilgi aktları içinde örneğin rüya aktı yoktu, ya da zorlama olmazsa ilham ya da vehbi akt diye bir şey yoktu. Değişik bilme tarzları ile ilgili bir şey yoktu, örneğin inka ve Maya Medeniyetleri ile ilgili, yada Hint bilme tarzları ile ilgili ya da İslam Tasavvufu ile ilgili bir şey yoktu. Bunları şimdilik bir kenara koyalım, başka özel şeyler de anlatabilirim unutmazsam. Konuyu dağıtmadan tekrar başa dönmek istiyorum.

Yani “gerekçelendirme” ve doğruluk” sorunu… ya da “Bütün bilgiler doğrudur, kimse salak değil.” dedim. Aslında temel sorun “bilme” yani açıklama sorunu. açıklayabilen bilgi doğrudur yani… Ama bunun gerekçelendirilmesi gerekir.

Şimdi … Burada belki önce şu ana kadar üretilen bilgi türlerini kısaca özetlesek bu gerekçelendirme ve doğruluk sorununu daha iyi anlatabiliriz.

Evet, oradan gidelim bakalım. Şu ana kadar insanın varlık ile kurduğu bağlar sonucunda ürettiği bilgileri şu şekilde sıralayabiliriz Günlük/gündelik bilgi, Teknik bilgi, Sanatsal Bilgi, Felsefi bilgi, Ökkült bilgi/Gizilin bilgisi, İdeolojik bilgi ve Bilimsel bilgi ve Dini Bilgi. Toplam sekiz bilgi türünden bahsedebiliriz. Az önce zikrettiğimiz temel aktlar ile birlikte üretilen ilk insandan beri geçerli (ve ilginç olan bugün de en çok kullandığımız) bilgi gündelik bilgidir.

Aslında bu gündelik bilgi içinde uzmanlık düzeyinde olmasa da teknik bilgi, sanatsal bilgi, felsefi bilgi, ökkült bilgi, ideolojik bilgilerin hepsi var. Ancak kaynağı ve geçerlilik kriteri itibariyle bunlar ayrı ayrı bilgilerdir. Günlük bilgiden kasıt daha ziyade beş duyu ile elde üretilen ve deneyim ile büyük oranda geçerlilik kazanan ve herkesin kullandığı bilgiyi kast ediyorum. Genelde farkında değiliz ama en çok kullanılan bilgidir bu. Herkesin kullandığı bilgidir ve deneyim, tecrübeye dayandığı için “doğru” bilgidir… Örneğin, çayı bu bilgi ile demler, yumurtayı bu bilgi ile pişiririz. En eski ve genel halkın kullandığı bilgidir bu (burada eski yunandan beri duyumculuk olarak sistemleştirilen veya 15. yüzyıldan sonra Empirizm olarak deneyi merkeze alan bilgi türünü hatırlatarak şimdilik geçelim.

İkinci bilgi teknik bilgi ise yine algı bilgisi olup ihtisas düzeyinde bir bilgi kast edilir. mesela Mısır piramitleri veya Süleymaniye camii, ancak ihtisas düzeyinde değilse bile hepimiz az biraz alet kullanmasını biliriz, yani teknik bilgi basit düzeyde herkesin kullandığı bilgidir. Sanatsal bilgi ise daha önce zikrettiğimiz sezgi aktı ile bağ kurma veya eser üreten bilgidir. Belli bir düzeyden sonra bunun da biraz ihtisas, ya da özel yetenek gerektirdiği açıktır. Felsefi bilgiden kasıt düşünce aktı ile kurulan bilgidir, yani akıl ve mantık ilkeleri ile kurulan bilgi, yine herkesin kullandığı bir bilgidir, ama herkes büyük kuramlar geliştiremez. İdeolojik bilgi ise çok genel olarak egemenlik kurma veya basit olarak menfaat sağlayan çarpıtılmış açıklama tarzlarıdır.

Ökkült bilgi ise dinin kişiye dair açıklamadığı ama insanın doğası gereği bilmek istediği ama bilemediği alan ve konular, veya açıklayamadığı olaylar ile ilgili ya bir uzman (şarlatan) tarafından ya da kendisinin ürettiği bilgilerdir.  Bilimsel bilgi ise maddi dünya ile ilgili deney kriterine dayalı olarak yine belli düzeyde uzman olan kişilerin ürettiği bilgilerdir. Dini bilgi ise herşeyi bildiği kabul edilen yaratıcı/tanrı ya da Allah tarafından insana gönderilen bilgilerdir. Çok kısa oldu ama bu kadar yeterli.

Şimdi seni ajite etmek için aynı cümleyi tekrar kurayım; bütün bu bilgiler “doğru” bilgilerdir.

Peki sorun nerede?

Sorun şurada bu bilgilerin hepsi de yanlış bilgilerdir (dini bilgiyi hariç tutuyorum) biraz paradoksal, hatta bir birine zıt şeyler söylediğimi biliyorum, ama bilgilerin hepsi doğru ama hepsi de yanlıştır. Yine hatırladığım kadarıyla felsefede doğruluk sorunu genel olarak iki başlık altında ele alınır.

Dışsalcı doğruluk kuramı;  maddi dünya ile ilgili ve doğruluk kuramı insan zihni dışından doğrulanan önermeler, eski yunandan beri bilinen bir doğruluk testi; “önerme nesnesine giderek test edilir”.  örneğin “kar beyazdır” önermesi nesnesine gidip bakarak test edilir. Bunu “uygunluk kuramı” diyoruz. yani önerme ile nesne birbirine uygun ise bu önerme doğrudur. Basit bir görme ile bu önerme deney’im ile doğrulansa da beş duyunun bazen yanıldığını biliyoruz. Yarım bardak sudaki kırık çubuk deneyi ile önce bir ayağımızı sıcak, bir ayağımızı soğuk su içinde on dakika beklettikten sonra çıkarıp her iki ayağımızı ılık suya koyduğumuz zaman ılık su ile ilgili yaşadığımız yanılgı buna örnektir.

Peki bu yanılma bizi, “kalıcı bir yanlış”a götürmüyorsa buna yanlış bilgi denebilir mi? Yoksa bu bir geçiş süreci olarak mı görülmelidir.

İşte bunun için bu uygunluk kuramında doğruluk sorununu çözmek için geliştirilen iki alt yaklaşım daha oldu. Tutarlılık yaklaşımı; obje ile ilgili önermelerin tutarlı olması, yani aynı olması, yani  herkesin aynı şeyi görmesi. Hemen hemen aynı olan ikinci yaklaşım ise Görüşbirliği yaklaşımı; özneler arası mutabakat, yani basit ifade ile muttefek’un aleyh… herkesin aynı şeyi söylemesi. Dikkat etmemiz gereken şey, bu önermeler maddi, yani görünen maddi dünya ile, yani beş duyu ile algılanan nesneler dünyası ile ilgili olduğudur. Tekrar hatırlatmakta fayda var maddi dünya ile ilgili günlük/gündelik bilgi olarak ifade ettiğimiz veya eski Yunandan Ortaçağa kadar gelen duyumcu bilgi kuramı bu şekilde ürettiği önermeleri doğru’layarak gelmiştir. Şu anda da aynı dünya ile ilgili bilgileri yine doğrulayarak kullanıyoruz. Maddi olmayan dünya ile ilgili olmayan önermelerin dış dünyadan değil de zihnin içinden yani akıl mantık ilkeleri ile doğrulanması

Zaten “bilginin sorunlu” olduğu tartışma alanınız da burası. Yoksa dini alanda bir bilgi sorunu olduğunu düşünmüyorsunuz sanırım?

Kısaca evet diyeyim, ama bunu da açmamız gerekir.

Bu doğruluk kuramının adı da İçselci doğruluk kuramı; burada da birbirini tamamlayan iki yaklaşım var; kısaca temelcilik yaklaşım; efendim insan zihninde bir takım temel önermeler, kendilğinden doğru olan bir takım kabuller var; bu temel önermeler ile uyumlu olan yeni önermeler kendiliğinden doğrulanır: Allah’ın varlığına inanan bir insan için Allah ile söylenen diğer önermeleri kabul eder

FİKRİKADİM

The ancient idea tries to provide the most accurate information to its readers in all the content it publishes.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.