Ayetli hadisli eserler “müslümanca” olmayabilir.

14 mins read

Edebiyatçı yazar Mustafa Everdi’yle tanrı, sanat, müslüman kavramlarından hareketle, sanat nedir, sanatçı kimdir gibi konu başlıklarını irdelemeye çalıştık. Bir müslüman edebiyatçı ve denemecinin gözüyle müslümanların sanata -geçmişte ve günümüzde- nasıl baktıklarını anlamaya çalıştığımız söyleşinin keyfle okunacağını umuyoruz. Biz sorduk Mustafa Everdi cevapladı…  (Söyleşi: Hayati Esen)

Ayetli hadisli eserler “müslümanca” olmayabilir. 1

Müslüman sanatçı bir eser ortaya koyduğunda neden Allah’ı razı etmek zorundadır?

Ağaç, kuş, gibi nesneleri göstermek ve anlatmak kolay. Somut varlık üzerinden gösterirsiniz. Hüzün, ağrı, aşk gibi soyut kavramları anlatmak zordur. Midem ağrıyor dersiniz. Karşı taraf sezer ama tam anlamaz. Hatta kendisi bu ağrıyı ne kadar yaşamışsa o kadarını anlar. Ağrı, hüzün, aşk arttıkça feryat figan yükselir. O zaman derdin önemli olduğunu anlarız. İnananların fıkıh, şeriat üzerine yaşaması bellidir. Uyan uymayan. Uymayanı cezalandırma ölçüleri bile kitaplarda yazılı. Hatta matematik bile diyebiliriz. Şu suça tazir, had, recm vesaire.

Bu nedenle sanatçının Allah’ı razı etmek diye bir sorunu olmaz. Ne kadar anlatabilir Allah’ı, ondan yansıyanları. İnsanlara hissettirebilen kişi sanatçıdır. İçindeki öz kadar tanrısal bir yükselişe sahiptir. Sanatçı eser ortaya koyarken, Tanrı’nın rolüne soyunur. Ondan gelen doğal malzemeyi işleyip rafine hale getirir diğer insanlara sunarken. Böylece hüznü, aşkı veya ağrıyı anlatmaya ve anlamalarını sağlamaya çabalar. Allah’ı bu alanda razı etmek; masum çocukların ölümüne izin veren Allah’ın sebeb-i hikmeti gibi gizlidir. Kim karar verecek razı ettiğine. Sanatçı kendisi mi? Eserine muhatap olanlar mı? Bilemeyiz. Sezeriz sadece. Bu nedenle sanat eserini kategorik tasnife sokmak isteyen aslında Tanrılaşıyor, öyle bir rol istiyor demektir.

Sanatçının tanrıyı razı etmek gibi bir sorunu yoksa müslümandan sanatçı olmaz mı? Ya da şöyle soralım; Tanrı hayattan ayrı mı ki sanatçı, icra-ı sanat ederken tanrıyı memnun etmek gibi bir sonuca ulaşılamıyor?

Müslümanın ibadeti belli, tanımlanmış ve teamül halinde bir yaşayışa dönmüştür. Sanat ise bireysel bir algılayıştır. Evrene, dünyaya ve İnsana dair. Eseri özgün ve sanatçıya ait bir duyuştur. Sanat, edebiyat ve müzik gibi. Bu özgünlük sanatı bir zenginlik, farklı bir eser olarak ortaya koyar. Her eser üzerine yeni bir vahiy gelmediği takdirde Tanrı nezdinde bir değerlendirme göremeyiz elbette. O eserin ulaştığı insanlarda oluşan derinlik ve yükselişe göre bir anlam kazanır. Bunun ötesinde Allah’ı razı etmek, inananları memnun etmek gibi işin başında bir niyet aranamaz. Ortaya çıktıktan sonra bir değerlendirme yapılabilir. Bu hareket serbestliği nedeniyle sanat ve edebiyatta özgür bir alan var diyebiliriz. Zaten eserini ortaya koyarken sanatçının inancı, evren tasavvuru farkında olunmayan bir bilinç olarak eserde vardır zaten. Ayrıca islamilik, tanrıyı memnun/razı etmek gibi bir ölçü konamaz. Müslüman hayırda işler şer de. Suç da vardır, iyilik de. İnsanın gerçeğini kabullenmek nasıl oluyorsa eserini de kabullenmek o kadar gerekli olmalı. Sadece kalitesi, güzelliği, İslam medeniyetine eklediği zenginlikle değerlendirilmelidir. Yoksa dinin insanı sınırladığı ön kabulü hiçbir eser üretilmesine izin vermeyen bir sansüre, kısırlığa yol açar.

İnsanın “Tanrıyı razı etmesi” ile “İnsanın makro kozmosun özü” tezini nasıl tevil ediyorsunuz. Şunu sormaya çılıyorum İnsan zübde-i alemse ortaya çıkan eser ne oluyor. Alemin özü ve humanizm ilişkisi de diyebiliriz bu soruya.

İnsan ibadet ederken ne yapıyorsa, neye tekabül ediyorsa sanat yaparken de onu yapıyor. İnsanın özündeki “ruhundan üflenen” Tanrı nefesi; kabına sığamaz. Bu nedenle kendini ifade etmek/aşmak ister. Bunun için söz, yazı, resim sanat vb. muhtelif yollara başvurur. İnsan ancak içindekini çıkarır.

Bu nedenle “kutsaldan uzaklaştırılmış sanat anlayışı” olur mu emin değilim. Böyle tanımlanacak olanlarda dünyadaki düaliteyi(ikiliği) şeytanı, günahı yansıtıyor olabilir. Ki o da insanı hakikat yolunda uyarıcı demektir. İnsanın sonsuzluğunu negatif yönde anlatıyor, denebilir olsa olsa.

Müslüman “yapanın ve edenin tanrı olduğuna inanır.” Öyleyse bireyin yapıp ettiklerini neden tanrının bir iradesi değil de, o iradeye uymak o iradeye beğendirmek inancı yaygındır bu coğrafyada

Müslüman bu dünyaya “düşmüş” olmasının bir nedeni olduğuna inanır. Yeniden yükseleceği yere ulaşabilmek için gönlü inşirah bulup yere ve meskene meyledip ağırlaşmadan hakikate varabilmek en temel muradı olmalı.

Tanrı’yı inkar ettiğini veya reddettiğini söyleyenler de aslında semavi dinlerin çevresinde kurarlar evren tasavvurunu. İnsan kuşatamadığını tasavvur edemez. Bu nedenle evrene, kozmik âleme ilişkin bütün söylemler tanrısal bir üslubun farklı versiyonlarıdır.

Size iki şairin Tanrının varlığı yokluğu konusunda düşünce birliğine ulaşan mısralarını hatırlatayım. Görünüşte Tanrıyı yadsır her ikisi de. Ama şiirleri bile kutsal kitapların kıssa ve ibretleri çevresindedir.

“düşündüm’ben:’-

baş melek korosunun şarkılarını

geliyor soyguncu tanrı ceza vermek için” V. MAYAKOSVKİ (Pantolonlu Bulut I, 1915)

“Ay battı güneş doğdu, ,

Kalbimde ateş doğdu, ‘

Yaldızlı meşin kabı

Parçalanmış kitabı

Varsın gömülsün diye ebedi bir uykuya

Attım kor bir kuyuya…” N. HİKMET (Meşin Kaplı Kitap, 1921)

Görülüyor ki kutsal kitapların ebedi uykuya gömülmesi için kuyuya atılması sözkonusudur. Bunun Yusuf’un kuyu hikayesine atıf olduğu açıktır.

Onun için Müslüman ve Müslüman sanatçı diye kendimize getirdiğimiz sınırlar bizim “din” ve “Tanrı” anlayışımız kadardır. Onun için eserindeki evren genişledikçe o insana hakikate ulaşan, Tanrısal bir dokunuşa müstahak yetenekli bir sanatçı olmalıdır. Hangi medeniyete aitse, sanatçı oradan üretir eserini. Bu nedenle Ayetli hadisli eserler “müslümanca” olmayabilir. Buna karşılık hakikate yakın düştükçe eser veren insanların “ilahi” nefesin üflediği yönde olduğunu hissederiz. Bütün medeniyetler bir başka medeniyetle karşılaştığında en güzel eserlerini ortaya koyar. Onun için sanat da müslümana uyan/uymayandan daha çok hakikate yakın düşen/düşmeyen ayrımı daha anlamlıdır.

Şaheserler de böyle doğar.

Öyleyse müslüman dünyada yazmaktan ve tartışmaktan en çok korktuğumuz konulardan biri olan sanatta cinsellik, erotizm neden sorunlu bir alan? Örneğin Mevlana veya Feridüddin Attar kadar cinselliği metinlerinde işleyemeyen yazarlarımız var. Edebiyatçılar…

İnsanın iki temel sorunu vardır: Bir dinsel diğeri cinsel. İnsanın gerçeğini kabullendiğinizde cinselliği doğal bir insanlık durumu kabul edersiniz. İslamın bu konuda hiçbir kompleksi yoktur. Şehir ve sur kadını işlevsiz kılıp kafes ardına attı. Şii Sünni ulelema da kitapta yerini oluşturdu, hukukunu inşa etti. Cinselliği “haya” ile ilişkilendirip bilinen sır haline çevirdi. Daha çok cumhuriyet dönemi Sünniliği buna yol açtı. Türkiye Cumhuriyeti İslamcı/dindar bir devlet değil ama Sünni bir zihniyet inşa etti. Yoksa Osmanlı döneminde bahnameler, divan şiiri gibi eserler cinselliğin sorun olmadığını anlatır. Selçuklu da kadın idareci ve öncüler vardı. Her şehirde bugüne ulaşan eserlerle isimleri yaşayan.

Cumhuriyet muhafazakarlığı dini savunma altında bırakan bir saldırı olunca bu konuları bütün açıklığı ile konuşacak lükse ulaşmak mümkün olmadı. Bundan sonra daha gerçekçi bir zeminde konuşup tartışabiliriz.

Benim yazımını sürdürdüğüm Sevda-kıran romanı bu konuya değinecek, değiniyor. Doğu insanı tanımadığı için birbirine düşman oldu. Bombalarken, öldürürken bir damla gözyaşı dökmüyor. İnsanı tanımak ve anlamak için gerçeğini kabullenmek gerekir. Bu gerçeğin başında da cinsellik gelir.

Aşk (ve cinsellik) dünyanın en uzun hikayesidir. Her nesil bu kitaba ekler kendini. Son yüzyılda Müslümanların eklediği gerçeklikten kopuk sentetik eserlerdir. Doğallaşacağına dair bir umudum var. Konuşan insan güzel insandır. Konuşma başlayınca insanın kendi gerçeğine gelmemesi mümkün değil. Rönesans insanı olduğu gibi kabullenmekle başlar. Doğuda da aynı gerçek kendini sürdürecektir.

FİKRİKADİM

The ancient idea tries to provide the most accurate information to its readers in all the content it publishes.


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386