/

Cahil İlahiyatçılar neden ateizmi ve deizmi engelleyemez

9 mins read
2

Buraya birşeyler yazacağım ama bunu nasıl yapacağımı tam olarak bilmiyorum. Doğrusu “bu birşeyleri” yazmak istediğimden de pek emin değilim. Yazıyı okuyorsanız demek ki yazma işini çözmüşüz. Tersini düşünürsek siz zaten okumamış bense yayınlamamış olurum. Neden mi bu yazıyı yazıyorum: İçimden bir ses “Yaz ya, bunu yaz!” deyip duruyor.  Gelen sesi dinlediğim kimi zamanlar iyi yazılar çıkarabiliyorum.  Zaten yazmazsam bu ses bir türlü beni rahat bırakmayan bir gürültü orkestrasına dönüşücek. Hep böyle oluyor… Sırf bu gürültüye dahi kalsa yazma eylemi hayatımda önemli bir yere sahip. Önemli derken “Aman ha, yazmazsam duramam, yapamam!” gibilerinden abidik gubudik, böyle östrojen biçimli idealize edilmiş bir söylemi de kastetmiyorum. Doğal hayatımın akışı içinde önemli işte…

Aslında bütün mesele gazetelerde yayımlanmış birkaç cahil ilahiyatçının ve dahi onların taklitçileri olan yerel medya yazarlarının ateist, deist meselesini ortaya atmaları ile başladı. Toplumumuzda arttığı söylenen bu iki akımın nedenlerini güya ortaya koymuşlar. Bu cahil ilahiyatçılardan biri yazısına şöyle bir başlık atmıştı:  “Gençlerimiz neden ateist ya da deist oluyor?” Birkaçı da başka başlıklar atmıştı ama en önemli başlık buydu. Başlık güzel, Allah var… Başlığın altındaki yazı cahil cühela işi olsa da… Tabii şimdi değindiğimiz cahillere geçmeden önce geçenlerde 15 yaşlarında bir öğrenci ile aramızda geçen diyaloğu anlatmak istiyorum. Öğrenci  bana “Hocam, bakın Kabe’yi baştan sona yaptım!” dedi. Elinde tuttuğu tablet bilgisayarını göstererek…

Nasıl yaptın bunu?

-Program var, Hocam oyun… Her şeyi yapabiliyorsunuz: Kentler, şehirler, arabalar, insanlar… Ooo… Ne isterseniz… Ben de Kabe’yi yaptım. Nasıl olmuş? Güzel değil mi?

Evet, bütün detayları yapmıştı. 15 yaşında bir çocuk. Bir mimar inceliğiyle üzerinde çalışmış. Eline bir Kabe resmi almış, inceleye inceleye ( O “Baka baka yaptım.” diyor ama kastettiği inceleyerek) yapmış… Hem de üç boyutlu… Bakın bu üç boyutlu cümlemi unutmayın, önemli!  Bizim çocukluğumuzda ise iki boyutlu Kabe fotoğrafları vardı.

Bundan 200 yıl önce  evlerde elle çizilmiş Kabe resimleri, gravürleri hatta simgesel karakterler vardı. Bu miniature edilmiş görsellerin etkisinde müslümanlar hacca gittiklerinde Kabe onlara ihtişamlı görünüyordu. Günümüzde ise kimi hacılar Kabe’yi çok ufak bulup beğenmiyorlar. Haklılar… Çünkü fotoğrafçıların objektif numaralarıyla yaptıkları o dev Kabe görüntüleri; oraya gittiklerinde taştan yapılmış ufak, tek katlı bir binadan biraz daha hallice bir yapıyı dönüşünce hayal kırıklığına uğruyorlar. Zira onlar kentlerin yüksek, devasa binalarının arasında yaşıyorlar. İşte bütün bu görme biçimleri;  bizim algılarımızı, inançlarımızı, anlayışımızı, öğrenme biçimlerimizi, yöntemlerimizi etkiliyor.

Şimdi diyeceksiniz ki bunun deist olmakla ateistlikle ne alakası var(?) “Yav yok, yanlış konuşuyorum. Aldırış etmeyin, bir çay içelim.” desem, sizi kaale almamış olacağım. Çünkü genel de benim bulunduğum ortamlarda yaptığım sohbetlerin tam bu noktasında “Ne alakası var?” diye kesmek için çaba sarfeden bir güruh vardır. Onlar bu iki örnek arasında bağlam kuramazlar.

Şimdi karşımızda iki insan profili var: Biri, iki boyutlu Kabe fotoğraflarıyla hacca giden, diğeri ise üç boyutlu grafik programıyla -bütün detaylarını kendisinin çizdiği- Kabe’yi ziyaret eden (edecek) biri…

Birinci meselemiz şu:  İnsanlar üç boyutlu görseler dahi  yaptıkları bütün sanat çalışmalarını; resim, fotoğraf gibi -pek çok alan- iki boyutluydu. Yani hayatın üç boyutlu hali tamamen iki boyutluydu. Kitaplar dahil… Bizler üç boyutlu görüp iki boyutlu düşünüyorduk, kendimizi öyle ifade edebiliyorduk. Bütün bu olan biteni iki boyutlu yazı karakterleriyle (harfleriyle) veya çizimle/resimle ifade ediyorduk. Oysa artık üç boyutlu yazım ve çizimler var. Artık çocuklarımız mühendislik, felsefe okuyacak çağa gelmeden “derinliği”, pratik uygulamalı olarak derinlikli düşünmeyi, gözlemlemeyi öğreniyorlar. Ellerine aldıkları tablet, bilgisayar, cep telefonlarıyla…  NOT: Burada meselemiz bilgisayar, tablet, cep telefonu değil. Teknoloji de değil. İnsanlığın düşünce ve görsellik ilişkisinin ne kadar değiştiği. Teknoloji sadece bunu ifade edebildiğimiz bir araç.

İkinci -en önemli-  mesele: Şimdi bu vaizler sanıyor ki öğrenmek, ilim, bilim sadece okuyarak, anlatarak gerçekleşiyor. O nedenle televizyonlarda, okullarda, her yerde; ha bire “Okuyun!” diyorlar. Okumak güya Kur’an’ın emri ya… Hani İkra’nın, ‘oku’ anlamına geldiği uydurmacası var ya… “Kuran’ı, dini metinleri okuyun ki gerçek inanan olasınız.” söylemleri… Oysa öğrenme sadece okuyarak gerçekleşmez. Çok karmaşık bir ilişkiler ağına sahiptir. Şimdi günümüz gençleri bu çok karmaşık öğrenme ilişkisiyle karşı karşıyalar. Öğrenme araçları değiştiği gibi öğrenme yöntemleri de değişmiş durumda. Artık bilgiye ulaşmak sorun değil. Zaten bilgi dediğimiz şey bir yığın meselesi. Önemli olan o bilgiyi nasıl, hangi yöntemle kullanacağımız. Hangi metod ve mantık yöntemleri ile…

NOT: Bu arada İlahiyatçılar, size sesleniyorum!!! Deizm. ateizm teolojinin bir sorunudur. Ed’Din‘in değil…

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.

2 Comments

  1. Yazının başlığı “Cahil İlahiyatçılar neden ateizmi ve deizmi engelleyemez” ama yazı başka bir şeylerden bahsediyor. Ve ben hala merak ediyorum; Cahil İlahiyatçılar neden ateizmi ve deizmi engelleyemez ??
    Peki cahil olmayan ilahiyatçılar ateizmi ve deizmi engelleyebilir mi? Nasıl?

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.