Türkiye’de sosyoloji kitapları

8 mins read

Nilgün Çelebi Hocamız’a  Türkiye’de yayınlanan sosyoloji kitapları hakkında düşüncelerini sorduk. Hoca’nın sorumuza verdiği cevabı aşağıda okuyabilirsiniz. (Bir soru bir cevap)

Sosyoloji Giriş kitapları aslında iki ayrı başlık altında ele alınmalı, her ne kadar yazarları ve yayımcıları ve kuşkusuz okurları bu ayrımın farkında değillerse de…

1. Grup doğrudan Sosyolojiye Giriş etiketine layık olanlardır: “Sosyolojinin konusu nedir, temel kavramları nedir?” sorularına cevap arar. 2. Grup Genel Sosyoloji etiketine layık olanlardır: Sosyolojinin temel kavramlarının yanısıra metodu, tarihçesi, alt dalları ve bu dallar hakkında oldukça ayrıntılı bilgi verenler. İlk grup sosyoloji lisans programının ilk kurunu alanlara hitap eder. Temel kavramlar gencin beynine yerleşmelidir. İnsan birlikteliklerinin başat tipleri: grup, kategori, yığın, toplum, topluluk, birey, kişi, rol, statü, pozisyon; aralarındaki ilişkiler, bu ilişkilerin gösterdiği özellikler, kurumsallaşma süreçleri, yapılaşma, örgütleşme, değişme, sosyal problemler, eşitsizlikler, aidiyetler, iletişim, iletinin yayılması, farklılaşma bütünleşme süreçleri, referans grupları vs gibi konulardır.

İlk gruba örnek fakirin çevirdiği Sosyoloji Nedir‘i gösterebilirim. Bütün eskimişliğine, eksiklerine rağmen form olarak tipik bir giriş kitabıdır. 2. gruptaki kitaplar ise herhangi bir disiplinde öğrenim gören fakat yan bilgi olarak sosyolojiden de haberdar olması istenenler için yazılan kitaplardır. Bunlara örnek olarak Özer Ozankaya’nın Toplumbilime Giriş, Sulhi Dönmezer’in Sosyolojiye Giriş kitaplarını verebiliriz. Anthony Giddens’ın Sosyoloji kitabı da bu 2. gruba girer. Burada gözlemlediğim sorun Sosyoloji lisans öğrencilerine ilk yılda 2. grup kitapların tavsiye edilmesidir. Bu durum lisans öğrencilerinin temel kavramları tanımadan, o kavramlara “sokaktaki adam”ın verdiği anlamın aynısını vererek kullanmasına yol açmakta; bu ise sosyolojinin özel dilinin, terminolojisinin kaybolmasına sebebiyet vermektedir. İtiraf edelim; bugün pek çok sosyoloğumuz statü ve pozisyon arasındaki farkı bilmemektedir. Statü bir değerlendirmeyi işaret eder, pozisyon ise yapıdaki bir yerdir, bir konumdur. Biz bir pozisyona otururuz, statüye değil. Müdür pozisyonu, anne pozisyonu gibi. Ama orada yapıp ettiklerimizle statü sahibi oluruz; bu statü yüksek veya düşük olabilir.

Genel Sosyoloji kitapları kuşbakışı bilgi verir ve çok geneldir. Onlara dayanarak sosyolojik analiz yapmak hatalı olabilir. Kapağında sosyoloji yazan veya sosyolojiye çok yakın olduğu izlenimini veren kitaplara gelince… Onları da telifler ve çeviriler olarak ikiye ayırmak gerekir. Çeviri olayı maalesef hem sayıca yetersiz hem nitelikçe tatminkâr olmaktan oldukça uzaktır. Çünkü Türkiye’de sosyoloji kitapları yayımı uzmanlaşmış yayın evlerince yapılmamaktadır. ABD, İngiltere örneklerini biliyorum. Her ikisinde de bu alanın kitaplarını yayımlayan yayınevleri 10’u geçmez. Önde gelenleri de 4-5 tanedir. Bunların çok değerli adlardan oluşan editörleri vardır. Kim neyi nasıl çevirmiş, didik didik incelerler.

Bizde dergi grubu gibi çeviri yayımlayan yayınevleri bulunmakta. Arkadaş çevresine, ortak ideolojik bakışa -ki o ideolojik bakış denen de hayata değmeyen cümlelerden oluşur- veya ticari kaygıya göre kitaplar çevriltilmektedir. Sayfa sayısı üzerinden ODTÜ’lü gençlere çeviri yaptırıldığını duymuşluğum olmuştur. Çevirmen temel kavramlarını bilmediği bir disiplinin temel kitaplarını çevirmekte ve bu kitap yayımlanabilmektedir. Oysa akademik metin çevirisi çok özel bir çeviridir, edebi metin gibi çevrilemez. Gerekirse cümle bölünmeli, anlamın aktarılması öncelikli olmalıdır. gerektiğinde dipnotla durum izah edilmelidir. Hatta her çevirinin sonunda temel kavramlar için bir tercüme listesi verilmelidir. Konuyu bilmeyen asla çeviri yapmamalıdır.

Telif kitaplara gelince, bu konu da problemlidir. Sosyolojinin neliği üzerine bir saat düşünmemiş mesai harcamamış biri kalkıp sosyoloji alanında kitap yazabilmekte ve bu yayımlanabilmektedir. Kimi sosyologlarımız sosyolojik terimlerin altına, gazete köşe yazarlarının fikirlerini yerleştirmekte beis görmemektedirler. Ki o köşe yazarlarının ezici çoğunluğu ya siyasi veya ticari bağlantısı olan bir ideolojinin ya da çıkar grubunun gönüllü veya ücretli temsilcisidirler. Yahut doğrudan partilerin araştırma merkezlerinde alınan kararları kamuoyuna aktarma konusunda görevlendirilmişlerdir. Bunları bir yana bırakalım, bir de telif yazdığını sanmakla birlikte aslında zihninde orijinal hiçbir fikir geliştirmemiş olan ama yabancı yazarların yazdıklarını sorgulamaksızın onaylayarak kendi telif kitabının mantığını o alıntı fikirlerle dokuyan sosyologlarımız vardır. Bunlar en masum olanlardır. Çünkü öğrenim hayatları boyunca hiç bir basamakta kavram eğitimi almamışlardır.

Son olarak şunu belirtmeli. Yeni fikirler önce dergilerde yayımlanır. Bizdeki sosyoloji dergileri maalesef bu formata uygun değildir. Kitap demek dergilerde yayımlanan, tartışılan ve sonunda o alanın uzmanlarınca hakkında ortak bir fikir topağı haline getirilebilmiş bir açıklamayı, bir yaklaşımı, bir kuramı, bir analizi, sentezi okura ulaştıran araç demektir. Oysa bizde bu tarz bir dergi formatı olmadığı için oranın tezgahından geçmiş dokunmuş bir fikir kitabı da ortaya çıkamamaktadır. Bunlara ilaveten yabancı hayranlığımızı, yabancıların söylediği her cümleyi saygıyla kutsama hevesimizi de unutmamak gerek.

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.