/

Tefekom müdürlüğüne!

27 mins read
Hatice İskenderi
Hatice İskenderi

Her şey yeni bir eve taşınırken başladı. Bütün eşyaları elinden geçirip paketlemek yeterince canını sıkıyordu. Bir yandan her birinin hafızasında yeri olduğunu fark etti. Sarı yumuşacık battaniyeyi evlendiklerinde almışlardı. Balıksırtı desenli, siyah ve beyaz renkli kaşe mantoyu, içine tekrar sığma umuduyla bir türlü elinden çıkarmıyordu. Misafir gelince ancak açılan kutsal yemek takımınınsa kadınlar arasında günlük kullanılması, günahla eşdeğerdi. Kendisi bu inanca katılmasa da tabulara karşı gelmezdi. Annesinin çeyizi için hazırladığı çeşit çeşit parıltılı örtüleri, kullanmadığından dağıtmak istemiş fakat annesi hakkını helal etmeyeceğini söyleyince bu fikrinden vazgeçmişti. İşte yıllar önce bu ilk tabuları yıkma girişimi başarısız olmuştu. Mecbur o güzelim örtüler, bazanın altında -belki de hiç kullanılmadan- yaşlanacaklardı. Eşyalar toplanırken en fazla vaktini albümleri toplamak aldı. Çocukluktan bu yaşa kadar resimlere bakarken kah bir düğünde kah bir bayramda dolaştı durdu.

Taşınmanın en zor kısmı bitmişti. Eşyalar taşınmış, yerli yerine yerleştirilmişti. En azından Melahat öyle düşünüyordu. İstanbul’da kiraların nasıl uçtuğuna; emlakçıların nasıl para simsarları haline geldiğine; ev sahiplerinin, yeni ve dıştan makyajlı, daracık evlere nasıl servet istediklerine şahit olmuştu. Bu şehir giderek nefes alınamaz bir yere dönüşüyordu. Evden eve taşımanın aslında evden eve fırlatma olduğunu görmesi ise cabasıydı. Bütün taşınan aileler bu haksız döngüden geçiyordu ve sonuçta onlar da geçmişti. Faturaları, eşi Şehmuz üzerine almış, bir tek Tefetefenet interneti ve Kimin Bu TV’yi yeni adrese nakil yaptırmak gerekiyordu. Evde olmazsa olmazdı, internet ve televizyon. Çocuklar internetsiz depresyona girer, Şehmuz’un işleri aksardı. Melahat da öğretmen olduğu için işiyle ilgili çoğu şeyi onunla yapıyordu artık. Abonelik Melahat’ın üzerineydi. Müşteri hizmetlerini aradılar. Onlarca tuş basamaklarından sonra nihayet:

— İyi günler, evimizi taşıdık. Yeni adresimize naklimizi istiyoruz.

— Peki, efendim. Yeni adresiniz nedir?

— Badem Sokak No:38

— Bir kontrol edeyim. (Bir süre sonra) Kem, küm… Efendim ben bilgilerinizi aldım. Yalnız taşındığınız sokakta alt yapımız yok. Ama bilgilerinizi aldık. Size birkaç gün sonra döneriz.

Birkaç gün internetsiz yaşamak belki onlara iyi gelecekti. Ama çocuklar gün saydılar. Boynu bükük duruyorlardı.

— Gelin çocuklar “Nesi var?” oynayalım. Biz çocukken oynardık.

— İsim-şehir… Tren…

Bir süre idare etti ama yine “Canımız sıkılıyor!” naraları atmaya başladılar. Melahat’in çocukken elektrik kesildiğinde hissettiği boşluğu, çocukları internet olmadığında hissediyorlardı. Hem işlerini halletmek hem çocukları mutlu etmek için cep telefonlarına fazladan internet aldılar. Birkaç gün sonra tekrar çağrı merkezini aradılar. Yine aynı konuşmalar geçti:

— Hım, efendim. Badem Sokak… Ben bilgilerinizi aldım. Döneceğiz size…

Kimse dönmediği gibi her aramada adres bilgilerini yeniden alıp duruyorlardı. En son aramada:

— Efendim, ben yeni adresinizi alayım, diyen görevliye Şehmuz:

— Badem Sokak, hıyarlar! Hala kaydedemediniz mi?

— Beyefendi, lütfen saygılı olalım. Burası çok saygıdeğer bir kurum.

— Tabi, tabi saygılı olalım. Günlerdir sizin yüzünüzden çıldırdık. Biz sözleşmemizden vazgeçmek istiyoruz!

— Vazgeçebilirsiniz efendim. Tefetefenet internet paketiniz ve Kimin Bu TV aboneliği cayma bedeliniz 800 TL. Çiftetelli’de bulunan müdürlüğümüze gelip işlemlerinizi yapabilirsiniz.

— Ulan bize hizmet vermiyorsunuz, bir de üstüne para mı istiyorsunuz!

— Evet, efendim. Kanunlar böyle. Biz çok saygıdeğer bir kurumuz.

— Çıldıracağım yahu!

Melahat, telefonu Şehmuz’un elinden zor bela aldı. İstanbul’un güçlü koşullarına uyum göstermiş, her türlü engeli aşmış bu aile; Tefekom karşısında çaresiz, internete aç, televizyona muhtaç kalmışlardı. Melahat:

—Böyle telefondan olmayacak bu iş. En iyisi ben Çiftetelli’deki Tefekom müdürlüğüne bir gideyim belki bir şeylere çözüm buluruz. Hem 800 TL ödeyemeyiz. Taşınırken bir sürü masraf yaptık.

Müşteri hizmetlerini defalarca arayarak kabaran faturaları, işleri görülsün diye cep telefonlarına paket paket yükledikleri, kilolarca internetin masraflarını düşünmek istemiyordu bile…

Çiftetelli insanın kulağına ne kadar hoş geliyordu. Hayalinde rengarenk, cümbüşlü bir yeri canlandırıyordu. Belki orada müzik ve dansın ustaları çingeneler, onu darbukayla karşılayacak; davulla, zurnayla Tefekom’da işini halledecekti. Böylelikle iş tatlıya bağlanacaktı. Oraya gidebilmek için işinden izin aldı. Pembe şapkalı dolmuşu durdurdu:

— Çiftetelli Tefekom’dan geçer mi?

— Geçer, abla ama yanından geçmez. 50 metre yürümen gerekir.

— Tamam, Şoför Bey. Beni yakınında indir.

Aslında şoförün söylediği 50 metrenin açılımı en az 500 metreydi. Bindiği an dolmuş bir depar attı ve güçlükle oturabildi koltuğa. Dolmuşun klasik kokusu hep midesini kaldırırdı. Buna hazırlıklıydı ama bu hızlı çıkışla allak bullak olmuştu. Şimdi:

— Ne oldu Şoför Bey? Ne bu hız? diyecekti. Ama cevap belliydi:

— Ekmek parası, abla. Dakkamız bitiyor.

Ah o dakkalar yok mu o dakkalar… Dolmuşlar dakika hesabı çalışıyor. Zamanı azalmışsa yetişmek için deli gibi sürerlerdi. Eğer zaman dolmamışsa kağnı gibi giderlerdi. Hayıflanana, sinirlenene cevapları hazırdı:

— Ekmek parası… Beğenmiyorsan taksiye bin, özel aracınla git!

İşte vatandaş olmanın zorluğu ta dolmuştan başlıyor, internete kadar uzanıyordu.

Melahat dolmuşa takılmamaya çalıştı. Bir an önce işini halletmek istiyordu. Ara ara şoföre Tefekom’da indirmesini hatırlatıyordu. Şoför de:

— Abla, merak etme! Yakın bir yerde indireceğim, diyordu.

Gittikçe evler ve dükkanlar azaldı. Çiftetelli hiç de öyle renkli görünmüyordu. Organize sanayi, oto tamir, hırdavat… Gerilim filmlerindeki gibi esrarengiz sokaklar, caddeler; gri, koca koca binalar vardı. Arada bir yine esrarengiz insanlar geçiyordu. “Allah’ım sen beni koru!” diye geçirdi içinden. “Ee cümbüş, eğlence beklersen böyle çarpılırsın.” dedi içindeki diğer ses. Şehmuz’u aradı:

— Sen bu Çiftetelli’yi biliyor muydun?

— Ne oldu hayatım?

— Ne olacak, burası korku filmi atölyesi gibi Şehmuz. Bir tek sen eksiksin.

— Bekle, izin alıp yanına geleyim.

— Artık çok geç Şehmuz. Çiftetelli sınırlarına girdim. Bir daha çıkar mıyım bilemem. Çocuklar sana emanet. Sen gelme ki en azından sana bir şey olmasın. Seni çok sevdiğimden değil ha çocuklar için. Anladın değil mi?

En son Melahat yine ineceğini hatırlatırken şoför:

— Ah, biraz geçmişiz Tefekom’u. Biraz önce hatırlatsaydın ya be abla! dedi.

Melahat kendini suçlu hissetti. Dolmuş şoförleri tamamen iletişim uzmanı olmuşlardı. Kendi hatalarını sanki karşısındakilerin hatalarıymış gibi gösterme becerisine sahiptiler.

—Neyse, abla çok geçmemişiz. Bak buradan bir sol, üç kere sağ yap.

Melahat dikkatlice dinledi. Fakat hiç bir şey anlamamıştı. Halbuki söylediği tarifle dönüp dolaşıp aynı yere geliniyordu. Zaten gösterilen yol tariflerin çoğunun bir anlamı yoktu. Doğru çıkma yüzdesi düşüktü. En iyisi telefonun navigasyonundan yararlanmaktı. Teknoloji o kadar kötü bir şey sayılmazdı. Onu tekinsiz yol tariflerinden kurtarmıştı. Çiftetelli’nin telli duvaklı olmayan binalarından, makine ve tamir sesleri arasından geçti. Tedirgin adımlarla Tefekom’a ulaştı.

Binaya girmeden önce terkedilmiş, izbe bir yerle karşılacağını sanıyordu. Öyle olmadı. İçerisi şehrin diğer yerlerinde hizmet veren binalar gibi olağan durumdaydı. Çok kalabalık olmasa da insanlar vardı ve hiç de esrarengiz görünmüyorlardı. Melahat’in bu olağanlık, içini rahatlatmıştı. Sırası gelince görevliye yaşadığı sıkıntıları anlatarak dert yandı. Görevli, tekrar adres bilgilerini alarak en geç on gün içinde nakil için adreslerine geleceklerini söyledi. Ne kadar da mesuttu o an. Tüm o çektiği sıkıntıların biteceğini düşünüyordu.

On beş gün geçmişti… Gelen giden yoktu. Şehmuz acil eylem planını anlattı:

— Ben yeni bir internet hattına başvuruyorum. Melahat, sen tüketiciler hakem heyeti varmış. Oraya gidip şikayette bulunuyorsun. Çocuklar, siz de yeni internet bağlanıncaya kadar cep telefonuna internet yüklemiyorsunuz.

Melahat telaşla sordu:

— Ya şikayetimiz haklı bulunmazsa cayma bedelini ödemek zorunda kalırız.

— Hayatım, zaten ha bire cepten internet yükleyerek yeterince zarar ediyoruz. Bari adamakıllı bir internet bağlatalım. Bu Tefekom’un geleceği yok. Sen müşteri olarak sorumluluklarını yaptın. Biraz araştırdım, hakem heyetinde böyle başvurular haklı bulunuyormuş.

— Tamam o zaman ben hemen başvurayım. Of ya, Şehmuz bundan sonra

benim üzerime ev ve arabadan başka bir şey yapmıyorsun.

— Tamam hayatım. Bu son olsun. Sık dişini…

Melahat tüketici hakem heyetine başvurdu. Oradaki memur Tefetefenet internet ve Kimin Bu TV ile ilgili çok fazla şikayet aldıklarını söyledi. Sadece kendisinin bu mağduriyete uğramadığını, birçok Tefekomzede olduğunu duyunca rahatlamıştı. Onların da haklarını aramalarını umuyordu. Birkaç hafta sonra Melahat’i müşteri hizmetlerinden aradılar. İlk defa dönmüşlerdi:

— Efendim, Tefetefenet internet paketi ve Kimin Bu TV aboneliğinizle ilgili tüketici hakem heyetine yapmış olduğunuz şikayet haklı bulunmuş olup; sizde bulunan modem, kumanda gibi malzemeleri kurumumuza teslim ettiğiniz takdirde; sözleşmenizin feshine ve cayma bedelinin alınmamasına; hizmet verilemeyen günler için gelen faturaların geri verilmesine karar verilmiştir. En yakın zamanda Çiftetelli’de bulunan binamıza giderseniz, işlemlerinizi hallederseniz. Melahat sevinçle Şehmuz’a olanları anlattı. Eninde sonunda adaletin yerini bulduğuna inanmıştı.

Bir sonraki gün Tefekom’un tekrar yolunu tuttu. Sıra numarasını aldı ve sırası gelince içeri girdi. Gerçekten bitiyor muydu? İçerde bakımlı görünen bir kadın vardı. Kısa saçlarını bakır rengine boyamış, renkli gözlerine kalem çekmişti. Melahat özgüvenle durumdan bahsetti. Özgüvenliydi çünkü onu haklı bulmuşlardı. Kendini değerli hissediyordu. Ka

dın:

— Anlıyorum efendim, kimliğinizi alayım ve bir kontrol edeyim.

— Tamam, dedi Melahat. Ama ilk konuşmaya başladığı özgüveni kalmamıştı. Kadın bir şeyleri kontrol etti. Rahat ama ciddi bir tavırla:

— Bizim kurumumuza sizin bu durumunuzla ilgili resmi bir bilgi ulaşmamış.

Melahat o ana kadar koruduğu soğukkanlılığını yitirmiş, sabrı kalmamıştı. Her zaman vatandaşlık sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırdı. Vergisini verir, çimlere basmaz, çöpleri yere atmaz, boşa damlayan muslukları kapatır, yanan ışıkları söndürürdü. Doğduğundan beri darbe hikayeleriyle büyümüş hatta 15 Temmuz’da bir darbe atlatmıştı. O gece memleketin kurtulması için ne kadar dua etmişti. Ama bu Tefekom şimdi omuzlarına ağır geliyordu. Bu muameleyi görmek için ne yapmıştı vatandaş Melahat?

— Hanımefendi, kurumunuzdan beni arıyorlar. “Malzemeleri teslim edin. Cayma bedeli almayacağız.” diyorlar. Siz bana ne söylüyorsunuz!

Elindeki kutuyu hışımla masaya koydu. Sesi yükseldikçe camekan duvarlardan bakışlar ona çevriliyordu.

— Ben diğer birimimize sorup geliyorum, dedi kadın ve bir süre sonra geri geldi:

— Elinizde resmi bir yazı var mı? diye sordu.

Melahat öylece durup kalmıştı. Doğru ya burası resmi bir kurumdu değil mi? Resmi bir yazı istiyorlardı. Gayriresmi yaptıkları bütün hak ihlallerinin hiç önemi yoktu.

— Yok!

— O zaman ben sizi diğer birimimiz olan şikayet bölümüne göndereyim. Orada arkadaşımızla görüşün.

— Gönderin, gönderin! Lanet olsun!

Masadaki kutuyu öfkeyle çekerek aldı ama kadın bu hareketlerden hiç etkilenmiyordu bile. Melahat aslında böyle çalışan insanlara imreniyordu. İş yerindeki mevzulara takmayan, sakince olaylardan sıyrılan tiplerdi.

Şikayet bölümüne gittiğinde hafif toplu, soluk benizli genç bir kızla karşılaştı. İçine kapanık, hassas bir duruşu vardı. Çenesinde; kocaman, görmezden gelinemeyecek kadar ucu beyazlamış bir sivilcesi çıkmıştı. Ya işyeri sıkıntısından ya da özel hayatındaki sorunlardan dolayı o sivilce bu hale gelmişti. Tedirgin bir şekilde durumu sordu. Önceden Melahat’in bağırışlarını duymuş olmalıydı. Melahat kızgın bir şekilde durumu tekrar anlattı. Telaşla bilgisayardan kontrollerini yaptı, oturup kalktı.

— Melahat Hanım, sizin arandığınıza dair kurumumuza bir bilgi gelmemiş. Ben böyle bir bilgi varsa tarafımıza ulaştırılması için bir ileti oluşturacağım, dedi sessizce sinerek.

Melahat, kızcağızın durumuna acıyordu ama o an kendini düşünmek zorundaydı.

— Sizden başka yetkili yok mu burada! Lütfen, bu sorunu çözecek bir amiriniz yok mu!

— Sizi, yetkilimiz İnci Hanım’a göndereyim, dedi yine ürkek bir tavırla.

Bu kurumun kendi çalışanlarına dahi insafı yoktu. Şikayet bölümüne hassas ve duygusal bu kızcağızı vermişler, bu kızcağız da burada şiştikçe şişiyor sanki bütün kurumun yükünü çekiyordu. Oysa diğer kadın çalışan ne kadar rahat, ne kadar halinden memnundu. Sorun çıktığında başka yere göndererek hiç başını ağrıtmıyordu.

Melahat, İnci Hanım’ın odasına girdiğinde sinirleri tavan yapmıştı:

— Kurumunuz beni aradığınız için buraya geliyorum! Bana “Böyle bir bilgi yok.” diyorsunuz! Ben iki aydır neler çekiyorum! Defalarca telefonla aradım, işimden izin alıp buraya geldim. Nasıl bir kurum burası!

İnci Hanım, sakince dinledi. Siyah ve dağınık saçlarında,  minyon yüzünde cuma yorgunluğu vardı.

— Melahat Hanım, size gerçekten kalben inanıyorum.(Tipik bir memur taktiğiydi.) Haklısınız ama ilk önce sakin olursanız birbirimizi daha iyi anlayabiliriz. Ben yüksek sese gelemiyorum. Bağırmadan konuşmanızı rica ediyorum.

İstanbul’da orta yaşlı kadınların illeti olan migreni olduğu belliydi. Sesler bir yumruk gibi kafana vurur, ışık görmek istemezsin. Her an hazırolda bekleyen bir mide bulantısı vardır içinde. Melahat bu uyarıdan sonra sakinleşti. Kendi migren ataklarını hatırlayıp bağırmaması gerektiğini düşündü.

— Melahat Hanım, diğer arkadaşımın da belirttiği gibi bize bu konuda resmi bilgi gelmesi için istek oluşturduk. Teyit ettiğimiz anda size mutlaka ulaşacağız. İnanın, şu an yapabileceğimiz başka bir şey yok.

— Ben sürekli işten izin almak zorunda mıyım? Cayma bedelini ödeyip sizden kurtulmak istiyorum! diyerek son bir çıkış yaptı Melahat. Artık parayı düşünecek durumda değildi.

— Tabi şimdi işlemlerinizi yapabilirsiniz, diyerek onu ilk işlem yaptığı görevli kadına gönderdi. Kadının kapısını çalıp, iznini beklemeden, hızlıca içeri girdi. Elindeki kutuyu tekrar hışımla masaya koydu. O an kadın saçlarıyla oynayıp, keyifle telefonda konuşuyordu. Telefonu kapatacağını söyledi, karşıdaki sese sakince. Melahat:

— Ben aboneliğimi bitirmek istiyorum.

— Tabi, dedi. Teker teker malzemeleri teslim aldı masadaki kutudan. Sonra cayma bedelini söyledi:

— 130 TL…

— 130 mu? diye şaşırdı Melahat. Kadın yine bir sorun olduğunu düşünmüştü. Melahat ise:

— Daha önce bize 800 TL olduğunu söylemişlerdi, diye sevindi.

Kadın, Melahat’e sevinçli haberleri ardı ardına vermeye başladı:

— Bu 130 TL faturanıza bir ay sonra yansır. Eğer tüketici heyetinden resmi yazı bize ulaşırsa bu faturayı ödemenize gerek kalmaz.

— Keşke bunları baştan söyleseydiniz. 130 TL’nin lafı mı olur? Resmi karar çıkmasa da ben o parayı öderim. Hiç sorun değil yeter ki sizden kurtulayım!

— Şu andan itibaren aboneliğiniz sonlandırılmıştır…

Melahat, ölümü görüp sıtmaya razı olmuştu. Tefekom ile ilgili hiçbir resmi bağı kalmamıştı. Eve gidince lokma mı döktürseydi, mevlut mü okutsaydı artık bir şeyler yapması gerekirdi. Hatta o mevlitte, bazanın altındaki kullanmadığı parıltılı örtüleri serse ne güzel olurdu. Çıkarken hassas kızcağızdan özür diledi.

Günler sonra müşteri hizmetlerinden tekrar arandı. Telefondaki ses:

— Melahat Hanım aboneliğiniz bitiyor. Tekrar abone olmak için size özel fiyatlarımız var, diyordu.

Esen Güney

Esen Güney Married She has a son and was born in Giresun. She lives in Istanbul. Since 2014, she has been working as a writer and publication editor at fikrikadim.com. She has published essays, stories and interviews. He still continues to write and conduct interviews.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.