Herkesin Lacan’ı Kendine

11 mins read
7
Prof. Dr. Hasan Boynukara
Prof. Dr. Hasan Boynukara

“Bu yazıyı Kapkıner’e ithaf ediyorum”

 

Foucault bana iyi gelmedi. Bulaşmasaydım keşke… Evvela üslubuma kastetti. “İnsan böyle seçkin bir düşünürü dalga geçer gibi anlatır mı? Sen hiç mi akademik terbiye görmedin? “ vs. kaygısıyla biraz ciddi bir yazı yazayım dedim. Hem dostların ( Ben sadece onlar için yazıyorum. Bütün okuyucular dostumdur benim. Bülent Arı arkadaşımla ters düştüğümün farkındayım ki kendisi akademik bir esprinin kurbanı olmuştur.) canını sıktım hem de üslubumla arama limon sıktım. Murat Kapkıner dostum haklı olarak “Yeterince ciddi şeyler yazılıyor zaten. Ne gerek vardı şimdi bu çatık kaşlı yazıya?” aynen böyle dedi. Pişmanım… Akademik yazıların pek okunmadığını kendimden biliyorum. Onca şey yazdık, çizdik. Allah’ın bir kulu çıkıp “Eline sağlık!” demedi. “Buna katılıyorum ama şuna katılmıyorum.” demedi. Demek ki kimse okumadı. Okusaydı eminim bir sürü yalan yanlış şey bulurdu. Tövbeler olsun. Hiçbir tepki gelmedi. Akademik tasallut böyle bir şey galiba. Sizi esir alıyor. Size ait bir diliniz/üslubunuz olmuyor. Binlerce insan makale, kitap vs yazıyor. Hepsinin ortak özelliği akademik olmaları… (Yemin ederim bu yazıda şu söylediklerimin hiçbiri yoktu ama baş köşeye oturdular işte.) Akademik yazılar çoğunlukla: “Şundan da bir alıntı yapayım  makalemdeki referans sayısı artsın.” endişesi ile hazırlanıyor (Aramızda kalsın aynı şeyi ben de yaptım. Yazıyı okuyuncaya kadar canım çıkardı. Aradığım paragrafı hatta bir iki cümleyi bulunca gerisini okumazdım.).Hepsini çizip attığım sanılmasın. Haşa! Ama büyük harfle hakikat budur. (Keşke bu yazıların hepsi internette yayınlansa ve kaç kişinin okuduğu saptansa. Baştan sona kadar…) Hak edilmeyen ciddiyet en büyük ciddiyetsizliktir. Ya da tersinden söylersek tam anlamıyla komikliktir. Mesela isminin önünde “Prof.Dr.”yazan çok sayıda akademik adem ve hatun gerçekten öyle olduklarını sanarak “Prof.Dr.” ciddiyetine bürünüyorlar. Al işte ben… Kapıya at nalı gibi ünvan yazınca vatandaş önce ona bakıyor, ünvandan sonra gelen ismin niteliğini sorgulamıyor bile. Ne çokuz, ne kadar çokuz Allahım! Bir iki laf daha edeyim de Lacan’a geleyim.

Bu yazıyı okuyacak arkadaşlar! Derin hakikatler, müthiş duygular, cennete götüren kestirme yol, iki cihan saadeti, bürokraside üst makamlara gelme, lider, lider yardımcısı, kayyum, tutuklanıp şöhret olma ya da tutuklanmadan meşhur olma, el öptürenler arasına girme peşindeyseniz hiç vakit kaybetmeyin. Ama ara sıcaktan hoşlanıyorsanız sonuna kadar okuyun. Zihinsel ve duygusal bilumum arızalara karşı sigortalıdır. Sizi kötü yola sevk etmez ama hidayetinize de vesile olmaz. Hani zaman zaman sıkılırız, daralırız da bir pencere açıp soluklanırız ya… Böyle bir katkı yapmaya çalışıyorum. Değilse kapatın pencereyi!

Daralmak dedim de, hepimizin (bir kısmımız tabii bunun dışında) ortak sorunu… Bu konuya bir açıklık getireyim dedim. (Bunu daha önce mutlaka duymuşsunuzdur, tekrar olsun. Bir bakarsınız tutmuş. Artık konuşurken “Boynukara’nın dediği gibi” dersiniz.) Sıkıntılarımızın temelinde, arzularımızla imkanlarımızın örtüşmemesi yatıyor. (Doğru söyleyin bunu daha önce duymuş muydunuz. Duyanlar sessizlik lütfen). İkincisi; (Freud’u işin içine karıştırmadan söyleyeyim dedim ama siz bir yolunu bulur ona ulaşırsınız.) bilinç altımızla bilinç üstümüzün uyuşmamasıdır. Hani derler ya “Bilinçaltımız et istiyor, bilinç üstümüz vejeteryan.” diye. İşte bütün mesele bu. Bu meseleyi çözerseniz, kendime de tavsiyemdir, hayatımızdan her türlü derd-ü kederi def etmiş oluruz. “Efendim! Söylemesi kolay yapması zor.” mu dediniz? Tebabette (Şu anda yazı tamamen kontrol dışıdır. Sonu hayrolur inşallah!) bir kural vardır: Teşhis tedavinin yarısıdır. Teşhis doğruysa Allah var gam yok. Bu hem iyidir hem kötüdür. İyidir, kapı kapı dolaşmazsın. Kötüdür, ya dermansız derde düştüysen. Lakin üzülme! Derdi veren Allah, dermanını da verir (Sıkışınca Allah deme prensibi). İzninizle konuya döneceğim. Sıkıcı, bunaltıcı, tuzsuz konuya döneceğim. Çok az kaldı. Siz Fikir Coğrafyasındaki yazılara bir fırsat bulup bakabildiniz mi hiç? Çok derinlikli, düzeyli, eli öpülesi yazılar var. İnsanımızın dolayısıyla ülkemizin karşı karşıya olduğu sorunlara dikkat çeken, çözümler öneren, içinde bulunduğumuz hal ve şeraiti çok güzel çözümleyen… Deyim yerindeyse “baba yazılar” var. Burada mizah yapmadığımın bilinmesini isterim. Nerden çıktı bu reklam diyebilirsiniz ama yılların birikimiyle, deneyimiyle yazılan ve hayranlıkla okuduğum bu yazıları okumanızı isterim. Bana dua edeceksiniz. Kapattık…

Psikiyatrist bir arkadaşıma “Ben bir Lacan yazısı yazacağım. Bana bir tavsiyede bulunabilir misin?” dedim. “Ne tavsiyesi istiyorsun?” dedi. “Hani en çarpıcı taraf/ları nedir? Lacan deyince aklımıza ne gelmeli? Siz hastalarınıza Lacanic konuşur musunuz? Ayna imgesi; çocuğun varlığının farkına vararak, anneyi sonrasında da herkesi öteki olarak görmeye başlaması… Bunun yarattığı çatışma, ötekileştirme…” Meğer  “ötekileştirme” kelimesinin kaynağı Lacanmış, iyi mi! Bazen bir kelimeyi bir kavramı kötü yola düşürünceye kadar kullanmayı ne kadar seviyoruz! Beni ötekileştirme kardeşim. Toplumun bir kesimini ötekileştirerek dokuyu bozuyoruz.” Falan filan. Havalı bir kelime. Retorik heveslileri için altın değerinde… Sonra bana dedi ki “Valla benim bildiklerim de bundan daha fazla değil. Zaten hastalarımın tedavisinde de hiç başvurmadım.” (Biraz sabır yazıyı bitiriyorum.) 

Şunu söyleyebilirim: Freud’da bilinç edilgen iken Lacan’da özne etkin/etkendir. Sadece bu bile Lacan’ı okumaya değer kılar. Çok güzel aforizmaları var ve bizim bu aşamada en çok ihtiyaç duyduğumuz da budur. Uzunca bir yazısını alıp paylaşmak akıllıca gelmeyebilir bize. Bir iki cümlelik çarpıcı, delici, sarsıcı alıntılar daha makul bir seçenektir ve Lacan’ın ünlü sözleri veya benzeri kelimelerle ararsanız (tabii ki kütüphane değil) karşınıza bir yıl yetecek kadar paylaşım malzemesi çıkar. Hem siz eğlenirsiniz hem dostunuz, arkadaşınız istifade eder. Lacan’la ilgili söylediğim bunca şeyden sonra “Hani sen Lacan’ı anlatacaktın?” derseniz vallahi onu da yaparım. Hatta bir değil bir kaç tane yazarım. Daha sırada Saussure var ki anlatmasam olmaz. Bittiiii…

Not:  İşbu yazı bir Afyon-İstanbul otobüs yolculuğu yapımıdır. Yoksulluk insana neler yaptırıyor…

Hasan Boynukara

Hasan Boynukara

7 Comments

  1. Yazarlarınızdan Hakkı ÇELİK de der ki: “Acı çekmenin temelinde, sorumluluklarımızla arzularımızın örtüşmemesi, çatışması yatar. Sorumluluk duyduklarımızla arzu ettiklerimiz çakıştığı zaman, acı çekmenin katsayısı da düşer.”

  2. “Ama ara sıcaktan hoşlanıyorsanız” Bu tümceyi tuttum. Çünkü tam anlayabilmek için farklı bir yaşam deneyiminiz olması gerekir; ‘sofra’ deyimidir. “Mutsuzluk, arzularımızla olanaklarımızın örtüşmemesi” diyor Hoca’mız. O’na ait bu aforizmayı duymamış ama şunu duymuştum: “psikolojik rahatsızlıkların temelinde, kişinin kendi değerleriyle, toplumun değerleri arasında var olan çatışma yatar”

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.