//

Türk Tarihçisi Prof.Dr. Mualla Uydu Yücel ile Oğuzlar hakkında söyleşi

40 mins read

Prof.Dr. Mualla Uydu Yücel Hocamız ile Oğuzlar Tarihi üzerine yaptığımız söyleşinin devamını yayınlıyoruz. 

Kendi ismiyle anılan Oğuz Yabgu Devleti’nin ortaya çıkışı nasıl oldu?

Türkistan coğrafyasında bir taraftan Gazneli diğer taraftan Karahanlı devletleri varlık gösterip, genişleme siyaseti ve mücadelesi içerisinde bulundukları bir dönemde; Hazar Denizi ile Aral Gölü arasındaki topraklarda Oğuzların başlarında Yabgu unvanı taşıyan bir beyin idaresindeki bir devlet olarak ortaya çıkmışlardır. Devletin ne zaman kurulduğuna dair kaynaklarda kesin bir bilgi bulamıyoruz ama 920’den sonra kurulduğu tahmin edilmektedir. 999 veya 1000 yılında ise başında Ali Han adını taşıyan bir yabgunun idaresinde oldukları ve bu devletin yıkıldığı bilinmektedir. Ancak yine bazı kaynaklarda yıkılış tarihi 1055 olarak geçmektedir.

8.yüzyıldan itibaren İslam etkileri bu coğrafyada görülmeye başladı ve gittikçe yayıldı. Oğuzlara bakacak olursak ilk İslamlaşma hareketleri ne zaman ve nasıl görüldü? İslamlaşmalarını sağlayan ortam nasıl oluştu?

Emevi’nin Horasan valisi Kuteybi Ebu Müslüm ile Türgiş Hakanı Sulu 716 yılında karşılaştıklarında Kuteybi Ebu Müslüm mücadele etmeden önce Sulu ile konuşmak ister ve der ki: “Biz bir dini irşad ediyoruz. Bir Allah’a, bir peygambere inanıyoruz. Cennete-cehenneme inanıyoruz…” Her şeyi söyler. Sulu da ayağa kalkarak: “Biz de bunların hepsine inanıyoruz!” der. Birbirlerine benzerlik bu olayla anlatılır ve bu dönemden itibaren İslamlaşma süreci başlar. 8.yüzyıldan sonra başlıyor ama tam anlamıyla 10.yüzyılda bir bütün halinde, boylar halinde oluyor. Dünya tarihinde görülmemiş bir şekilde kitleler halinde geçiyorlar. Bunu biz söylemiyoruz; Süryani, Gürcü, Ermeni, Arap kaynakları söylüyor. Süryani Mikail, Vekayinamesi’nde: “Siz dünyada ve tarihte hiçbir millet göremezsin ki Türkler gibi bir anda müslüman olan…” Çünkü kendimizi buluyoruz.

Toplu halde İslamlaşan boylardan en önemlisi de artık çok güçlenen Oğuz boyu… Rahmetli Faruk Sümer’in bu konuda şu yorumu yapmaktadır: Maveraünnehir bölgesinde yaşayan Oğuzlardan (ki bunlar Oğuz Yabgu Devleti’nin bir kısmını oluştururlar) Mirki Kasabası sakinleri 927 yılında ilk defa müslümanlığı kabul etmişlerdir. Bundan sonra Oğuzlar arasında İslamiyet özellikle bu coğrafyaya hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştır. Bunda siyasi olarak en önemli rolü Samaniler oynamıştır. Zira bu coğrafyada o dönemde Gaznelilerin ve Karahanlıların müslüman olmalarında da bu devletin önemli bir rolü olmuştur. Ayrıca aşağıdan Arap tüccarların gelip gitmeleri Sir Derya (Seyhun) ile Amu Derya (Ceyhun) arasında Maveraünnehir dediğimiz bölgede Oğuzların varlık göstermeleri ve akabinde müslümanlaşmaları birbirini tetiklemiştir.

Oğuzlara bu dönemden sonra Türkmen deniliyor artık. Türkmen ne anlama geliyor?

Araplar Oğuzlara, Türkmen adını vermişlerdir. “ Men” kelimesi Farsça bir kelime ve ektir. Gibi, ululuk, yücelik, güçlü, kuvvetli anlamlarına gelmektedir. Bazı araştırmacılar bunu “Öztürk” olarak, bazıları “Güçlü Türk” olarak çevirmişlerdir. Türkler, İslamlaşma sürecinde Türkistan sahasında Farslardan (Samanilerden) etkilenmişlerdir. Bu nedenle namaz, abdest, oruç gibi terimler Farsçadır. Kafkasya bölgesindeki Türkler ise Araplardan etkilenmişlerdir.

Oğuzların kendi yaşayış tarzları ile İslamla kaynaşmaları nasıl olmuştur?

Oğuzların sahip olduğu kültür de Eski Türk kültürünün bir parçasıdır. Oğuzlar müslümanlarla karşılaştıkları zaman kendi Gök-tanrı dinlerindeki pek çok öğenin İslamiyette de olduğunu gördüler. Bunların en önemlisi önceden de tek tanrıya inanmalarıdır. Nitekim Arap seyyahı İbn-i Fadlan, Oğuz memleketinden geçerken Oğuzların başları dara düştüğünde ellerini göğe açıp “bir tengri” diye dua ettiklerini söylemiştir. “Onlar gökte bir tanrının olduğuna inanırlar.” diyerek de bu bilgiyi kendi şahitliği ile desteklemiştir. Gerek dini anlayışta; tek tanrı inancı, sevap-günah, cennet-cehennem, melek-şeytan, kıyamet günü, ahiret inancı gerek sosyal hayatta başta aile, kadın, çocuk, devlet teşkilatı ve anlayışı olmak üzere birçok alanda uyum vardı. Adam öldürmelerde kısasa kısas ve kan parası da benzerlik gösterir. Kısacası Oğuzlar İslamiyette kendilerini bulmuşlardır. Benim yüksek lisans tezim bu konu üzerineydi ve tezimde bunu şöyle ifade etmiştim: “Hiçbir din sebepsiz inmemiş, hiçbir millet de sebepsiz bir dine girmemiştir.” O dönemde Türkler, Hristiyanlığı ve Museviliği pek tercih etmemişler, daha çok siyasi sebepler ile bu dinlere girmişlerdir. Ancak İslamda bir anlamda kendi benliklerini buldukları için toplu halde geçmişlerdir.

İslamiyet ile Oğuzların eski inanışları arasında hiç mi farklılıklar yoktu?

Gök-tanrı dini ile İslamiyet arasındaki farklılıklar neredeyse yok denecek kadar azdı. Hatta hukuki olarak baktığımızda Eski Türk hukuku daha şiddetli ceza vermektedir. Mesela hırsızlıkta suçlu, ölümle cezalandırılırken İslamiyette el kesme vardır. Aslında o dönem için İslamla örtüşmeyen nokta fal ve falcılıktır. Bir de Eski Türk kültüründe bir baba oğlunun suçundan dolayı cezalandırılır. Mesela bir oğul suç işleyip ceza olarak öldürülmüşse kesik başını baba, bir hafta boynunda taşırdı. Oğlun işlediği suçtan baba da sorumlu tutulurdu. Ama İslamda bu söz konusu değildir.

Oğuzların eski kültürlerinden hala günümüze kadar gelen gelenek ve görenekleri var mı?

Bugün kültürümüzde yaşattığımız geleneksel ritüeller, törenler diyebiliriz. Düğün, bayram gibi… Yine duvarlara resim asmak… Aslında İslama mugayirdir bu geleneğimiz. El öpme, ağaçlara bez bağlamak, evin bir köşesine veya arabaya at nalı koymak… Cenaze olunca eskiden yuğ aşı vardı. Ölen kişinin ruhuna gideceğine inandığı için yemek veriyorlardı. Şimdi de aynı şekilde cenazelerde yemek verilir. İslam’da da ikram son derece önemlidir. Bunlar Eski Türk geleneğinden gelen ve hala devam ettirdiğimiz gelenek ve göreneklerimiz.

Oğuzlar Anadolu’nun her yanına yayılmış ve bu coğrafyaya kendi boy isimlerini vermişlerdir. Kınık,  Kayı, Beydili, Avşar… Buralarda da kültürümüzü devam ettiriyoruz. Bugünkü kültürümüz bin yıl önce yaşadığımız kültürün modernleşmiş hali diyebiliriz. Aile yapımız bütün olumsuz örneklere rağmen hala sağlamdır. Dini inançların uygulama noktasında da aynen öyledir. Daha önce değindik birkaç istisna hariç İslam ile örtüştüğü için geleneklerimiz devam etmiştir. İslamın özelliği milletlerin hayatına uyum sağlayacak şekilde oluşmuş olmasıdır. Arapların İslam yorumu farklıdır, Türklerin yorumu farklıdır. Keza Farsların İslam yorumu da farklıdır. Çünkü gelenekleri ve görenekleri farklıdır. Ama özde hepsi aynı inançta birleşmektedirler.

İslamiyet ile Oğuzların kendi kültürleri uyum gösteriyor ama bu süreç biraz da siyasi değil mi? Siyasi ortamda bir bakıma bunu mu gerektiriyordu?

Devlet açısından bakacak olursak; devletleşme sürecinde bir boy ne olmak ister, cihan devleti olmak ister. Türk boyları içinde durum böyledir. Osmanlı’da Kayı boyundan çıktı ama cihan devleti olmak için çıktı. Yine Selçuklular, Oğuz yabgusuna bağlı olarak yaşarlarken yabgunun müslüman olmadığını bahane ederek daha aşağıya Cend’e geldiler ve kendi devletlerinin kuruluş adımlarını attılar. Tabiî ki o dönemde bu coğrafyada güçlü olan unsur İslamiyetti. Daha önce söylediğim gibi Oğuzların etrafında çok güçlü olan Gazneli ve Karahanlı devletleri vardı. Gazneliler başlangıçta hedef olarak kendilerine Afganistan ve Hindistan’ı koymuşlardı ama daha sonra Horasan’da da hakimiyet tesis etmek istediler. Bu arada Gazneli Mahmut, Hindistan’a on yedi sefer yaptı ve daha sonra Horasan’a yöneldi. Selçuklular’dan ayrılan Oğuzlar, onlardan yardım istediler. Bu sefer Karahanlılar devreye girdi. Karahanlı-Gazneli mücadelesinde, Selçuklular Karahanlıların safında yer aldılar. Bu stratejik açıdan önemliydi. Selçuklular bunu başarıyla sonuçlandırdılar.

Devlet açısından baktığımız zaman müslümanlığı kabul etmek önünüzü açıyordu. Ama şunu da söylemeliyim ki İslamiyet ile Eski Türk kültürü ve inancı özdeşleşmeseydi bu çok zor olurdu. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Oğuzların müslüman olmaları, onlara siyasi mahfilde yardım etmiş ve onlarda bunu doğru kullanmışlardır. Ama Selçuk Bey kendinde İslamiyeti bulmasaydı, kabul etmezdi. Benim şahsi görüşüm bu.

10-11.yüzyıllara baktığımızda Türkistan sahasında karmaşa ve çekişme mevcut. Siz biraz öncede bahsettiniz. Gazneliler, Karahanlılar… Neden böyle bir karışıklık var? Hepsi Türklerden oluşuyor.

Bu sadece o döneme ait bir durum değil. Öncesinde ve sonrasındaki dönemlerde de karışıklıklar var. Bir kere bağımsızlığımıza çok düşkünüz. Bu kadar devlet kurmasının sebebi her boyun kendi devletini kurmak istemesi. Maalesef yıkmamızın sebebi de yine her boyun kendi başına bu işi götürmek istemesi. “Tek olayım, ben olayım.” anlayışı…

O zaman bir bencillik olmuyor mu?

Oluyor… Devletin kuruluşunda hepsi birbirinin dostu, genişlemede stratejik ortağı, yıkılışta düşmanı… Osmanlı kuruldu, gelişmeye başladı. Karşısında Babür, Safevi vardı. Osmanlı-Safevi münasebetleri çok mu iyi idi? Tam tersi… Osmanlı batıda savaşırken, doğuda başını Safevi’ye çevirmek zorunda kaldı. Her dönemde böyle karışıklıklar var ve Türk devletlerinin genel özelliği tek başına cihan hakimi olma ideali, kendini seçilmiş bir boy hissetme arzusu. Özellikle Oğuz boylarında bu duygu daha fazladır.

Bu kadar karmaşa arasında Selçuklu nasıl kuruldu?

Zaman içinde müslüman olan ve olmayan Oğuzlar içinde bir ayrışma yaşanmış ve Selçuklular müslüman olan Oğuzlar tarafından kurulmuştur. Daha sonra müslümanlaşma gittikçe artmıştır. Selçuk’un oğlu Arslan Yabgu’ya bağlı Oğuzlarla, diğer oğlu Mikail’den olan torunları Tuğrul ve Çağrı Beylere bağlı Oğuzlar arasında ilk ayrışma, Arslan Yabgu’nun Gazneli Mahmut tarafından alıkonması ve Kalencer Kalesine hapsolması olayından sonra yaşanmıştır. Arslan Yabgu’ya bağlı Kızıl, Buka, Göktaş, Anasıoğlu gibi beylerin idaresinde olan bu boylar Balhan Dağı eteklerine sonra daha batıya ilerleyerek bugünkü Irak, Suriye taraflarına gitmişlerdir. Bugünkü Suriye Türkmenleri dediğimiz Türkmenler işte bunların torunlarıdır. Bunlara ayrıca Halep ötesi Türkmenleri de denilmektedir.

Şu anda  gündemde olan Bayırbucak Türkmenleri bu grup içinde mi?

Evet, Arslan Yabgu’ya bağlı beylerden geliyorlar. Bu mücadeleleri 1003-1005 yılları arasında Arslan Yabgu’nun Kalencer Kalesi’ne hapsolması ile başlamıştır. Ona bağlı beyler, Gazneliler’den izin isteyerek ilk önce Horasan’a geçmişler, daha sonra da daha aşağılara inerek Irak ve Suriye taraflarına gitmişlerdir. Bunların kaynaklarda çok iyi okçu oldukları yazmaktadır. Gazneli Mahmut, Hindistan ve Afganistan’da gösterdiği başarıları Horasan’da da göstermek istemiş ve bunlardan yararlanmak için ülkesine kabul etmiştir. Fakat bu Oğuzlar karışıklıklar çıkarınca bizzat kendisi müdahale etmek zorunda kalmıştır. Ölümünden sonra oğlu Mesut döneminde de Oğuzlar kötü hareketlerine devam etmişlerdir. Ancak Selçuklu Devleti kurulduktan sonra batıya doğru ilerlemişler ve Selçuklu Oğuzları ile bu anlamda bir bağları kalmamıştır. Ama Arslan Yabgunun torunu, Kutalmış’ın oğlu Süleyman Anadolu’da Türkiye Selçuklu Devleti kurmuştur. Bu Oğuzlar varlıklarını muhafaza ederek günümüze kadar gelmişlerdir ki bugünkü Halep’te, Türkmen Dağı’nda, Bayırbucak’ta yaşayan Türkmenler -çoğu Avşar boyuna aittir- 1015 yılından itibaren bu topraklara yukarıda isimlerini verdiğimiz beylerin önderliğinde gelip yerleşmişler ve Suriye Selçuklu devletini kurmuşlardır. Yani kısacası 1000 yıldır bu topraklarda varlıklarını devam ettirmişlerdir.

Selçuklu’nun ilk dönemlerine baktığımızda göçebe bir devlet görüntüsü var. Bir dönem imparatorluğa dönüştüğünü görüyoruz. Bunu nasıl başarıyorlar? 

Birincisi göçebe tabirini kabul etmiyorum. Konar-göçer dememiz doğru bir tabir olur. İkincisi imparatorluk tabirini de kabul etmiyorum. Devlet dememiz daha uygun. Çünkü imparator kelimesi, Fransızca emperyalden geliyor ve sömürü anlamında. Batı bu tabiri kullanırken sömürü anlamında kullanıyor zaten. Büyük devlet anlamında kullanmıyorlar. Eğer büyük devlet yani geniş topraklara sahip içinde çeşitli din ve ırklardan insanların bulunduğu anlamında kullansalardı kabul ederdim. Batı terminolojisi bunu bizim için kullanırken sömürge devleti olduğumuzu ifade etmek için kullanmıştır. Burada bir kasıt var. Bu kadar büyük bir devlet olmanın ancak sömürgelerle gerçekleşeceğine inanıyorlar. O yüzden kabul etmiyorum. Ruslar kendilerine Rus Çarlığı diyor. Rus veya Rusya İmparatorluğu demiyor. Bizim de kendi terminolojimizi kullanmamız gerekir. Osmanlı kendisine Devlet-i Aliyye demiş. Neden imparatorluk diyelim? Selçuklu Devleti de kendine bu ismi vermiş.

Sorunun cevabına gelince Selçuklu, kendine güvenmiş. Hukuku ve töresi çok iyi, teşkilatlanmayı iyi yapmış ve askeri gücü kuvvetlendirmiş. Siyasi ilişkileri iyi kurmuş, dengeleri gözetmiş. Karahanlı-Gazneli mücadelesinde önce tarafsız kalmış, daha sonra Karahanlıların tarafında yerini almıştır. Gaznelilere 1040’da ağır bir darbe indirirken bir anlamda Karahanlılara da sonlarının ne olacağını göstermiştir. Diğer taraftan siyasi ve dini anlamda Abbasi halifesinin çağırması üzerine bağlılığını göstermek için Tuğrul Bey 1055’de Bağdat’a giderek burada büyük bir güç gösterisinde bulunmuştur. Bunun nedeni Bağdat’ta, Mısır’daki Şii Fatimi anlayışına bağlı olan Büveyhilerin, Abbasi halifesine baskısıdır. Bu baskıya gereken cevabı vermek üzere de devrin en önemli devleti olan Selçuklu Devleti’nden yardım istenmiştir. Tuğrul Bey’de Bağdat’a gelerek halifenin sarayının tam karşına kendi otağını mükemmel bir şekilde kurarak bütün dünyaya ve İslam alemine gücünü göstermiş; halife tarafından kendisine yedi hilat giydirilerek “Yedi iklimin hükümdarı” unvanı verilmiştir.

Tuğrul Bey ve Çağrı beylerin ortaklaşa hareket etmeleri, birbirinin önüne geçmemeleri devletin kuruluşunda çok etkili olmuştur. Daha sonra bayrağı devralan gerek Alparslan olsun gerek Melikşah olsun bu geleneği devam ettirmişlerdir.

Tuğrul ve Çağrı beylerin kendi aralarında çekişme olmaması, yeteneklerine göre görev almaları ve uyum göstermeleri neden daha sonraki Türk devlet geleneğinde sürdürülememiştir? Şahıslarına münhasır bir durum mu?

Türk tarihinde böyle vakalara rastlamak zordur. Biri Bilge ve Köl Tigin diğeri de Tuğrul ile Çağrı kardeşlerdir. Tuğrul ve Çağrı beylerin babasız büyümeleri iki kardeş arasındaki manevi bağı oldukça fazla güçlendirmiştir. Ayrıca yetişmelerinde dedeleri Selçuk’un etkisinin çok büyük olmuştur. Bence tarihi psikoloji ile yorumlamalıyız. Buna göre yeni devlet oluşumu, boylar arasında mücadele; bu mücadelede amcaları Arslan Yabgu’nun ön plana çıkması, yeğenlerine beklenen ihtimamı göstermemesi ve yeğenlerin de amcalarının yakın ilgisine mazhar olmamaları dolayısı ile hayal kırıklığına uğramaları… Benim kanımca Arslan Yabgu,  Kalencer Kalesi’ne hapsolduğunda; yeğenleri Tuğrul ve Çağrı beyler bu olaya sessiz kalmışlar ve kurtulması için hiçbir teşebbüste bulunmamışlardır.

Her ne olursa olsun Türk aile geleneğine ters değil mi amcalarını kurtarmamaları?

Evet gelenek açısından öyle… Ama psikolojik açıdan bakacak olursak amcalarına karşı çocukluktan itibaren yakın bir bağın oluşamamış olduğunu görürüz. Arslan Yabgu öyle bir profil çiziyor ki babası ölünce tüm Oğuzlardan kendisinin sorumlu olduğunu düşünmüş ve idareyi kendi eline alacağını hissettirmiştir. 

Böyle düşünmesi Arslan Yabgu’nun hakkı değil mi?

Doğru ama şöyle bir şey var, Arslan Yabgu boyuyla inatlaşıyor. Selçuk’a bağlı Oğuz boylarının büyük çoğunluğu Arslan Yabgu’nun yönetiminden memnun olmamışlardır. Selçuk ortada bir politika izliyordu. Arslan Yabgu ise Karahanlılardan yana tavır almıştır. Karahanlının son şehzadesi Ebu’l Muntasır’a yardımcı olmuş, bedelini de Gazneli Mahmut’un karşısında ödemiştir.

Tuğrul ve Çağrı beyler de kendi yollarına mı bakıyorlar siyaseten?

Evet öyle olmuştur. Onları dedesi yetiştirdiği için, öncesinde boyun her türlü faaliyetinde amcaları ile beraber görev almışlardır. Selçuk’un ölümünden sonra ayrışma başlamıştır. Arslan Yabgu’nun yanlış politika izlemesi, sadece yeğenleri değil kardeşleri arasında da husumetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylece ayrı siyasi tercihler aile bağlarını zayıflatmıştır. Bunu böyle yorumlamak lazımdır.

Selçuklunun yıkılmasına giden süreç nasıl başladı?

Selçuklu bir cihan devleti olmaya başlamış ve Melikşah’tan itibaren Farsi unsurlara çok önem vermiş ve onlar devlette çok önemli kademelere gelmişlerdir. Bu durum Oğuzları devletlerine küstürmüştür. Siyasi, sosyal ve ekonomik durumlarından rahatsız olan bu Oğuzlar, bunun bedelini en önemli hükümdarlarından biri olan Sultan Sencer’e karşı isyan eden ederek ödetmişlerdir. Bu isyandan sonra Oğuzlar onu yakalayıp hapsetmişlerdir. Böylece siyasi hayatını bitirmişlerdir. Devletin asli unsuru olup ordu ve siyasette görev alamamaları -Kürt ve Ermenilere daha çok görev verildiğini söyleyen kaynaklar var-  fazla vergi alınması Oğuzların bir kısmının isyan etmesine neden olmuştur. Bu bir kısım Oğuz, Sultan Sencer’in sonunu getirmekle kalmamış bu olaydan kısa bir süre sonra Selçuklu Devleti yıkılmıştır (1157).

Oğuzların Anadolu’ya geçişleri Malazgirt’ten itibaren mi başlıyor?

Aslında Anadolu’ya gelmeleri, 1015 yılından itibaren Çağrı Bey’in bir keşif hareketiyle başlamıştır. Daha sonra Tuğrul Bey’de bu duruma dahil olmuştur. Çeşitli beyler Anadolu topraklarına gelerek kendilerine yer edinmişlerdir. Devlet büyüdükçe ve nüfus arttıkça yeni yerlere ihtiyaç duyulmuş ve bu ihtiyacı karşılamak için de daha batıya gidilmiştir. 1071’e gelinecek olan süreçte uç beyleri bunda çok etkili olmuşlardır. Oğuz boylarının bir kısmı 1071 öncesinde de bu topraklarda azımsanmayacak ölçüde yerleşmeye başlamışlardır. 1071 Malazgirt Zaferi Türklere Anadolu’nun kapılarını açmıştır anlayışını kabul etmiyorum.  Onun öncesinde Türk boylarının –sadece Oğuz değil Kıpçak boyları da- bir kısmı Karadeniz ve çevresine,  bir kısmı Kars-Ardahan çevresine gelmişlerdir. Malazgirt, Türklerin Anadolu’da yerleşmelerini sağlamlaştıran bir süreci başlatmıştır. Çünkü Oğuzlar açısından bakarsak 1015 yılından itibaren keşif seferleri başlamış ve her seferde giden boylardan bir kısmı o bölgede kalarak yerleşmiştir. Yerleştikçe de zamanla azımsanmayacak Türk nüfusu oluşmaya başlamıştır. 

Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunda bulunan Uz ve Peçeneklerin Türk ordusuna geçme olayı var. Savaşın seyrini değiştirdiği söyleniyor. Sizce doğru mudur bu görüş?

Kaynaklara göre Bizans; orduda Uz, Peçenek ve Kumanlardan oluşan ücretli askerlerine görev vermiştir. Bunu biz, Bizans ordusuna komuta eden ve yazdığı eserle bu bilgileri paylaşan Michael Atteliates’den öğreniyoruz. Bu esere göre savaş başlamadan önce Selçuklular her zamanki gibi savaş taktiklerini uygulamaya başlamışlardır. Bu taktiklerden biri de karşı tarafın psikolojisin bozmak, üstünlük kurmak için nevbet çaldırmak ve kurtları ulutmaktır. Bu düşman askerlerinin uyumamasını sağlamak ve sinirlerini bozmak için yapılırdı. Alparslan bunu çok iyi kullanmıştır. Savaş uzamış, Bizans ordusunda huzursuzluk gittikçe artmıştır. Bizans ordusunda bulunan Uz ve Peçeneklerden küçük bir grup, gece karşı taraftan gelen sesleri kendi dillerine benzetmişler ve gizlice karşı tarafa geçmişlerdir. Hakikaten aynı dili konuştuklarını görünce geri dönüp kendi adamlarına karşı tarafın aslında kendilerinden olduğunu ve o tarafa geçmek istediklerini söylemişlerdir. Tabi bu Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in kulağına gidince bir telaş olmuş. Ancak onları çok iyi tanıyan Attaliates; Diojen’e, İskitlerin (Uz ve Peçeneklerin) sözlerine sadık olduklarını ve eğer onlardan söz alırsa karşıya geçmeyeceklerini söylemiştir. Diojen de Uz ve Peçeneklerin komutanlarından karşı tarafa geçmemeleri konusunda söz almış ve bunun üzerine büyük kısmı Bizans ordusunda kalmıştır. Yaklaşık 500 kişilik çok az bir grup geçmiştir. Hatta Attaliates savaş bittiğinde İskitlerin sözünü tutup Bizans ordusunda kaldıklarını özellikle ifade etmiştir. Alparslan gibi bir komutana 500 kişinin geçmesi zafer kazandırmamıştır. Zaman zaman böyle intiba oluşturacak değerlendirmeler yapılıyor. Savaşın seyrini değiştirdi, zafer kazandırdı gibi… Alparslan gibi bir komutanın zekasına, kabiliyetine bu sözler hakarettir. Ben bunlara katılmıyorum. Tabi bu konu ilk defa Fransızca kaynaklarda geçtiği için biz oradan okuduk. Ama şimdi bütün Selçuklu tarihi çalışan hocalarımız biliyor ki bu geçenler çok az bir gruptur ve savaşın seyrini değiştirmemişlerdir.

Anadolu’da o zaman kimler bulunuyor?

Bizans var. Bizans’a ait etnik gruplar. Bunların içinde Grekleri, Helenleri, Rumları sayabiliriz. Yine daha aşağıda Süryaniler var. Bizans, 1453’e doğru zayıflamışsa da geleneği olan güçlü ve köklü bir devlettir. Terminolojik açısından bakacak olursak Doğu Roma İmparatorluğu’nun, 370’lerden itibaren hem Balkanlar üzerinden hem Anadolu üzerinden en çok mücadele etmek zorunda kaldığı millet Türkler olmuştur. Ruslarla, Araplarla da etmiştir. Balkanlardaki mücadelesi Hunlarla başlarken, Anadolu topraklarında 1071’de Alparslan’ın Malazgirt önlerine gelmesiyle başlamıştır. Türk boyları Anadolu’da ilerlerken 1200’lerden itibaren Türkistan sahasında özellikle Selçuklu’nun asıl toprakları olan Horasan Bölgesi’ndeki -çoğu günümüz İran topraklarında- mevcudiyetinden oldukça fazla güç kaybetmiştir. Başka Türk boyları devlet olarak az da olsa varlık göstermişlerdir. Bundan sonra Bizansların, Rusların ve Türklerin bir anda “Ne oluyoruz?” dediği, şaşırarak baktığı Moğollar ortaya çıkmıştır. Moğolların bir taraftan Tuna boylarına kadar gitmeleri, diğer taraftan Anadolu içlerine kadar gelmeleri, Moğollara karşı Anadolu Selçuklu Devleti’nin başarısız mücadele vermesi ve bunun sonucunda yıkımına giden bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti sonuçta bir Oğuz devletidir. Oğuzlar bu coğrafyaya geldi Türkiye Selçukluları, Suriye Selçukluları kuruldu. Bu devletler yıkıldıktan sonra bir Beylikler Dönemi yaşandı. Bunların içerisinde Moğollar ile en fazla mücadele yapan Karamanoğlu Beyliği… Diğerleri Osmanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu… Anadolu’da hakimiyet mücadelesi bu dört beylik arasında geçti ve Osmanlı kazandı. Hem doğuya hem batıya doğru topraklarını genişletti. Oğuz devletleri arasında en uzun süre yaşamış olan en büyük devlet konumuna geldi. Bir cihan devleti oldu….

Günümüzde Türk dünyasında Türkmenler hangi devletlerde bulunuyor?

Türkistan sahasında sadece Türkmenistan’da… Oğuz boylarının günümüzde yaşadığı diğer devletler Türkiye, Azerbaycan, Suriye, Irak ve İran’da Güney Azerbaycan ile Moldovya’daki Gagavuz Türkleri’dir.

Birinci Bölüm için TIKLAYIN

Esen Güney

Esen Güney Married She has a son and was born in Giresun. She lives in Istanbul. Since 2014, she has been working as a writer and publication editor at fikrikadim.com. She has published essays, stories and interviews. He still continues to write and conduct interviews.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.