Selef ve Selefi-cilik

9 mins read

Selef; öncü, gelip geçen anlamına gelmektedir; “Onları sonradan gelenlere ‘öncü’ ve bir örnek kıldık”ayetiyle de bu manaya işaret edilmiş olur. Türkçede “ata, ced” anlamlarına geldiği de “li’fulanınselefun kerimun” “falan kişinin değerli ataları/dedeleri vardır.” bu manadandır.

Selefin “öncü nesil” anlamına geldiğinde Arap dilcileri ittifak halindedirler ve bu konuda rivayet edilmiş bir ihtilaf da bulunmamaktadır (Araştırdığım kadarıyla öyle biliyorum). “Selef” ile “âba /babalar, atalar” arasındaki fark, –âba’- da kan bağı varken diğerinde bir kan bağının gerekmediğidir. Bu mana ile özetlersek selef, bir topluluğun, bir fikrin öncülerine’ verilen addır.

Farklı bir mana olarak selef, geçmişte yapılan işlere de denir, Kur’an’da “iki kızkardeşi bir arada (nikâh altında) toplamanız haram kılındı. Geçmişte/ma qad selefe olanlar hariç” (Nisa:23) bu manada kullanır. Öyleyse selef, geçmişte yapılan iş ve eylemleri ifade etmek için de kullanılmaktadır.

Selef kelimesinin ve ondan türemiş olan selefilik (selefiye) kavramının İslam düşüncesinde önemli bir yere sahip olmasını sağlayan neden kuşkusuz, Hz. Peygamberden rivayet edilen hadislerdir. Peygamber (a.s) “selef” ile aynı manaya gelen “sabıkun” kelimesini –aynı zamanda selef kelimesinin- zıt anlamlısı olan “halef/sonradan gelenler ifadesiyle aynı cümlede kullanarak selef ve halef ayrımına işaret etmiştir. Selef ve halef tartışmasının referans noktası da bu hadislerdir. Örneğin Peygamber bir hadisinde “İnsanların en hayırlıları, benim şu içinde bulunduğum asırda yaşayanlardır. Sonra onların peşinden gelenler…” (Buhârî, fedâilü’l-ashab 1) diyerek halef ve selef hakkında bir ayrımda bulunmuşlardır.

Müslüman toplumların “selef” -“halef” olarak tanımlanmalarının –Akide’de ve Fıkıh’ta- temel referansı Peygamberden rivayet edilen bu ve benzeri hadislerdir. Günümüze kadar -ve halen de öyledir- yapılan yorumlar; ilk nesil/selef’in sonradan gelen (halef) den daha hayırlı olduğu tezinin geliştirilmesinden ibarettir. Onların dini yaşamlarının taklit edilmesi gerektiği bu konuda tek mercii oldukları iddiası… Bu iddianın doğruluğunu dini referanslarla tartışmak başka bir yazının konusu olabileceğinden şimdilik daha da önemli olanı; her iki kavramı ‘selef ve halef’in siyaset tarihi açısından tartışmaktır. Zira bu iki kavram her ne kadar teolojik bir yorumu gerekli kılsa da özünde siyasal bir çekişmenin sonucudur.

Hadislerde geçen sabikun/selef kelimesiyle işaret edilen nesil ayırt etmeksizin sahabeden başkası değildir. Kavramın daha sonraları tabiin ve taba-i tabiin döneminin fakih ve muhaddislerini içine alarak anlam genişlemesine uğraması; fıkh ve kelam mezheplerinin oluştuğu dönemdir. Bu dönem aynı zamanda siyasal çekişmelerin de yaşandığı dönemdir. İktidarın şekillenmesi ve mezheplerin ortaya çıkması ile başlayan süreçte siyaset, iktidar alanının belirlenmesinde teolojinin imkânlarını kullanırken, siyasetin ve iktidar kavgasının da itikat ve fıkh mezheplerini de nasıl etkilendiğini görmemiz gerekir. Zira fıkhın ve kelamın gelişim sürecinde iktidar kavgalarından unaffected geliştiğini kim nasıl söyleyebilir.

İtikadın savunucusu olarak Kelam nedir:

İlk dönem neslinin hızlı şekilde gerçekleşen fütuhatlar sonucunda karşılaştıkları pek çok farklı din, mezhep, meşrep ve felsefi düşünceyle ortaya çıkan teolojik sorunları çözmek ve dinin doğru anlaşılması ve yaşanmasını sağlamak amacıyla geliştirdikleri ilme “Kelam” ilmi denmiştir, sanırım doğru bir tespit olacaktır.

Farklı bir anlatımla; ilk dönemler için “farklı dini ve felsefi itirazlara, İslam dininin amaç ve gayesine uygun olarak metnin ve aklın kullanılarak cevaplar verilmesi çabası” da denebilir.

Teoloji/ilahiyat, siyaset ve iktidar alanını belirleme çabasıyla Raşit halifelerden itibaren başlayan ve saltanatla birlikte iktidar kavgaları ve ardından gelen meşruiyet sorunuyla devam eden bir süreçte, toplumun dini yaşam ve anlayışına müdahale etmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. Abbasilerle birlikte Mutezilenin, devletin resmi itikat mezhebi olması, diğer mezhebi yorumların bir şekilde engellenmesi ve baskı altında tutularak itibarsızlaştırılmasıyla devam eden süreç, selef ve halef tartışmasının şiddetlendiği dönemdir. Bu dönemde yaşanan mücadelenin merkezinde özellikle iki kavram öne çıkmaktadır biri “Ehli-hadis” diğeri ise “Ehli-rey”dir. Çünkü bu dönemde daha henüz fıkıh ve kelam birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış müstakil bir alana sahip değillerdi. Ehli-rey’in temsilcisi olan Mutezile itikadi ve fıkhi konularda akli önermeler; rey/ kıyası kullanırken Ehli-hadis, ayet ve hadisleri hem itikatta hem de fıkıhta yorumlamaksızın lafzı yani rivayeti olduğu gibi kabul ediyorlardı. Ehli-hadis, Ehli-sünnet içerisinde özellikle İmam Hanbel’in temsil ettiği bir ekol olarak devam etti

Ehli-hadis kavramı ile Ehli-sünnet arasında bir ayrıma işaret etmek gerekir. Zira Hadis ve sünnet günlük dilimizde aynı anlamlar da kullanılsalar da ilahiyat alanında ayrı anlamlar ihtiva ederler.

Ehl-i sünnet ekolü kendi arasında ikiye ayrılır büyük çoğunluğu fıkıhta rey yani kıyası kullanırken itikatta reyi kabul etmeyen Ebu Hanife, İmam Şafii gibi mezhep imamları… İbn Hanbel gibi hem fıkıhta hem itikatta rey ve kıyası kabul etmeyenlerdir. Konunun daha net anlaşılması için İmam Buhari’nin İmam Ebu Hanife hakkında bir görüşünü aktaracağım. Buhari Ehli-hadis olarak hakkında; “Ebu Hanife Murcii’dir rey ve hadisleri terk edilmiştir” der. (Buhari et-Tarihu’l-Kebir VIII.81)

Konuyu detaylandırarak devam edeceğiz…

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.